27 Ocak 2019, 16:57 tarihinde eklendi

TARİHTEN BUGÜNE RADYESTEZİ

Radyestezi aletlerinin güçlü tepkiler gösterdiği Radyestezi alanlarının,  sahaların  (gerçekliği), bir atomun içindeki manyetik alanı ölçebilecek kadar hassas olan  proton manyetometreleri ile onaylanmıştır.Bir  çok kişi için radyestezi ile hemen hemen eşanlamlı olan "su arama",  günümüzde radyestezinin, kullanımı en yaygın olan ve en çok tanınan uygulama  sahasıdır.

Radyestezi'de  su deyince, 'akar su' akla gelmelidir. Yeraltındaki bir su haznesi, bir göl ya  da bir su birikintisi radyestezik olarak tespit edilemez.

Radyestezi aleti,  durgun suların üzerinde harekete geçmez.

Su  arama çalışmaları sırasında radyestezik işlemlerle şu hususlar tespit  edilebilir:

1. Su mecrasının yerinin tespiti.

 2. Mecranın büyüklüğünün tespiti.

 3. Suyun akış yönünün tespiti.

 4. Derinlik tespiti.

 5. Suyun debisinin tespiti.

Abbe  Mermet'e göre; su aramak, diğer uygulama sahalarına göre bazı özellikler  gösterir: Yeşile boyanmış bir sarkaçla bir su mecrası üzerinden geçildiğinde,  sarkaç, mecra yönüne dikey olarak salınım yapar. Böylece, mecranın yönünü de veren sarkaç, çubuğa nazaran bir üstünlük arz eder. Yeşil  sarkaç, mecranın kenarına geldiği anda durur. Mecrayı geçtikten sonra ise,  hareketine gene devam eder. Bu işlemi çeşitli zamanlarda tekrar etmek mümkün  olur. Yeraltı sularını ararken,  bu kez, mecranın tam kenarında, sarkaç, salınım hareketini dairevi harekete  dönüştürür: Saat yelkovanının aksi yönünde olmak üzere, oldukça süratli bir  şekilde ve büyük bir daire çizerek dönmeye başlar. Dikkat edilecek olursa,  suyun,sarkacı adeta çektiği hissedilir. Suyun  üzerinden geçildiği sürece, sarkaç, dairevi hareketini, ağırlaştırmak  suretiyle devam ettirir. Diğ er kenara ulaştığında, derhal durur. Mecra geçildikten sonra ise, su sanki arkadan sarkacı çekiyormuş gibi, sarkacın  hareketinde sapma olur.

Bir su  mecrasını tespit ederken, mecraya dikey olarak gidip gelinir; akış yönünü  bulmak için de mecra yönünde yürümek gerekir. Şöyle ki: Eğer çubuk kullanıyorsak, kaynak yönüne doğru yüründüğünde, çubuk, elde dönmeye  başlar; ağız yönünde gidildiğinde ise, çubuk hiç bir hareket vermez.

Sarkaç  ile kaynak yönüne yüründüğü takdirde, sarkaç, akış yönünde salınım yapacaktır.  Bazen de, saat yelkovanının aksi yönünde olmak üzere dairevi hareket yapar.  Gene, ağız yönündeki bir yürüyüş sırasında, sarkaçta herhangi bir hareket görülmez. Böylece,  her 2-3 m.de bir, bu işlemi tekrarlamak ve ufak kazıklarla gerekli işaretleri  koymak suretiyle yeraltı sularının akış yönünü  tespit etmek mümkündür. Derinlik  ile suyun debisinin tespitine ilişkin radyestezi metodları çok çeşitlidir. Örneğin;  suyun debisi; çubuğun hareketinin ve şiddetinin azlığı ya da çokluğuna ve sarkacın çizdiği dairenin çapına bakılarak tespit edilebilir. Amerikan Radyestezi Derneği'nin eski başkanlarından John Shelley,

radyestezi çubuğuna,  "Bu noktada ne kadar su bulacağım? Dakikada 15 litreden fazla mı?» diye  soruyordu. Çubuk sağa doğru sallanırsa, bu 'evet' demekti. O zaman, 20 litreden  fazla mı?» diye sorusunu tekrarlıyordu. Shelley, böylece, sola doğru bir sallanma  meydana gelene kadar bu soru sorma işlemini sürdürüyordu. Suyun derinliğini  bulmak için de aynı 'soru ve cevap' metodunu uyguluyordu. Radyestezistler  arasında, bu 'soru ve cevap' metodunun çeşitli uygulamalarına rastlamaktayız.                   

Derinlik  tespitini, bazı radyestezistler, çubuğun çekişini ilk kez hissettikleri yeri  kaydedip, daha sonra, bu noktayla su mecrasının kenarı arasındaki mesafeyi ölçerek yaparlar. Bazen, çubuk, suyun üzerine gelmezden önce, bir kaç kez, ya  aşağıya eğlir  ya da yukarıya kalkar. Radyestezistler, bu hareketlerin adedine bakarak,  derinliği hesap eder.

Günümüzde  Sovyetler'de yapılan radyestezi çalışmalarında su aramaya ilişkin ilginç  uygulamalar yapılmış, yeni bilgiler ortaya konulmuştur. Dr.Nikolai  Sochevanov'un 1967 yılında yönettiği jeolojik keşif gezisi sırasında yapılan radyestezik çalışmalarla ilgili olarak tuttuğu notlar arasında şu satırlara  rastlıyoruz: «Chu  Nehri üzerinden uçtuk. Gösterge [radyestezi çubuğu], bir su mecrasının  alışılagelen türden bir profilini gösteriyordu. Fakat, akmakta olan

muazzam su  miktarına ve yüksek akış hızına rağmen, nehir, 'gösterge 'de özellikle kuvvetli  bir tepkı oluşturmamıştı. Sadece, her iki yakada da kıyıya yakın yenerde, radyestezi gücü, radyestezi çubuğuna tam bir devir yaptıracak kadar kuvvetliydi. Anlaşıldığına göre, kıyı ile su arasındaki sürtünme, bu enerjinin  açığa çıkmasına yol açan hususlardan biriydi. Su, insanları en kuvvetli  olarak, muazzam miktarda bir suyun, yüksek bir hızda hareket ettiği yerlerde  değil de, suyun büyük bir toprak kütlesini doyurduğu ve küçük kılcal damarların  içerisinden yavaşça aktığı yerlerde etkiliyor gibidir»

 Dr.  Sochevanov, radyestezi çubuğunun yaptığı devir adedine dayanarak, yeraltı  akarsularının derinliğini ve cesametini tahmin edebilmektedir.

Radyestezi Yöntemi ile Maden Aramaları Radyestezinin  Rönesans'la birlikte gelişimi, tamamiyle maden arama'ya yönelik olarak tezahür etmişse de, bu gün artık bu uygulama sahası, önderliğini yitirmiştir. Maden  aramayla ilgili radyestezi tekniklerine ilişkin klasik bilgilere, tarihi kitap  ve belgelerde geniş bir şekilde rastlanır.

Radyestezi aletlerinin güçlü tepkiler gösterdiği Radyestezi alanlarının,  sahaların  (gerçekliği), bir atomun içindeki manyetik alanı ölçebilecek kadar hassas olan  proton manyetometreleri ile onaylanmıştır.Bir  çok kişi için radyestezi ile hemen hemen eşanlamlı olan "su arama",  günümüzde radyestezinin, kullanımı en yaygın olan ve en çok tanınan uygulama  sahasıdır.

Radyestezi'de  su deyince, 'akar su' akla gelmelidir. Yeraltındaki bir su haznesi, bir göl ya  da bir su birikintisi radyestezik olarak tespit edilemez.

Radyestezi aleti,  durgun suların üzerinde harekete geçmez.

Su  arama çalışmaları sırasında radyestezik işlemlerle şu hususlar tespit  edilebilir:

1. Su mecrasının yerinin tespiti.

 2. Mecranın büyüklüğünün tespiti.

 3. Suyun akış yönünün tespiti.

 4. Derinlik tespiti.

 5. Suyun debisinin tespiti.

Abbe  Mermet'e göre; su aramak, diğer uygulama sahalarına göre bazı özellikler  gösterir: Yeşile boyanmış bir sarkaçla bir su mecrası üzerinden geçildiğinde,  sarkaç, mecra yönüne dikey olarak salınım yapar. Böylece, mecranın yönünü de veren sarkaç, çubuğa nazaran bir üstünlük arz eder. Yeşil  sarkaç, mecranın kenarına geldiği anda durur. Mecrayı geçtikten sonra ise,  hareketine gene devam eder. Bu işlemi çeşitli zamanlarda tekrar etmek mümkün  olur. Yeraltı sularını ararken,  bu kez, mecranın tam kenarında, sarkaç, salınım hareketini dairevi harekete  dönüştürür: Saat yelkovanının aksi yönünde olmak üzere, oldukça süratli bir  şekilde ve büyük bir daire çizerek dönmeye başlar. Dikkat edilecek olursa,  suyun,sarkacı adeta çektiği hissedilir. Suyun  üzerinden geçildiği sürece, sarkaç, dairevi hareketini, ağırlaştırmak  suretiyle devam ettirir. Diğ er kenara ulaştığında, derhal durur. Mecra geçildikten sonra ise, su sanki arkadan sarkacı çekiyormuş gibi, sarkacın  hareketinde sapma olur.

Bir su  mecrasını tespit ederken, mecraya dikey olarak gidip gelinir; akış yönünü  bulmak için de mecra yönünde yürümek gerekir. Şöyle ki: Eğer çubuk kullanıyorsak, kaynak yönüne doğru yüründüğünde, çubuk, elde dönmeye  başlar; ağız yönünde gidildiğinde ise, çubuk hiç bir hareket vermez.

Sarkaç  ile kaynak yönüne yüründüğü takdirde, sarkaç, akış yönünde salınım yapacaktır.  Bazen de, saat yelkovanının aksi yönünde olmak üzere dairevi hareket yapar.  Gene, ağız yönündeki bir yürüyüş sırasında, sarkaçta herhangi bir hareket görülmez. Böylece,  her 2-3 m.de bir, bu işlemi tekrarlamak ve ufak kazıklarla gerekli işaretleri  koymak suretiyle yeraltı sularının akış yönünü  tespit etmek mümkündür. Derinlik  ile suyun debisinin tespitine ilişkin radyestezi metodları çok çeşitlidir. Örneğin;  suyun debisi; çubuğun hareketinin ve şiddetinin azlığı ya da çokluğuna ve sarkacın çizdiği dairenin çapına bakılarak tespit edilebilir. Amerikan Radyestezi Derneği'nin eski başkanlarından John Shelley,

radyestezi çubuğuna,  "Bu noktada ne kadar su bulacağım? Dakikada 15 litreden fazla mı?» diye  soruyordu. Çubuk sağa doğru sallanırsa, bu 'evet' demekti. O zaman, 20 litreden  fazla mı?» diye sorusunu tekrarlıyordu. Shelley, böylece, sola doğru bir sallanma  meydana gelene kadar bu soru sorma işlemini sürdürüyordu. Suyun derinliğini  bulmak için de aynı 'soru ve cevap' metodunu uyguluyordu. Radyestezistler  arasında, bu 'soru ve cevap' metodunun çeşitli uygulamalarına rastlamaktayız.                   

Derinlik  tespitini, bazı radyestezistler, çubuğun çekişini ilk kez hissettikleri yeri  kaydedip, daha sonra, bu noktayla su mecrasının kenarı arasındaki mesafeyi ölçerek yaparlar. Bazen, çubuk, suyun üzerine gelmezden önce, bir kaç kez, ya  aşağıya eğlir  ya da yukarıya kalkar. Radyestezistler, bu hareketlerin adedine bakarak,  derinliği hesap eder.

Günümüzde  Sovyetler'de yapılan radyestezi çalışmalarında su aramaya ilişkin ilginç  uygulamalar yapılmış, yeni bilgiler ortaya konulmuştur. Dr.Nikolai  Sochevanov'un 1967 yılında yönettiği jeolojik keşif gezisi sırasında yapılan radyestezik çalışmalarla ilgili olarak tuttuğu notlar arasında şu satırlara  rastlıyoruz: «Chu  Nehri üzerinden uçtuk. Gösterge [radyestezi çubuğu], bir su mecrasının  alışılagelen türden bir profilini gösteriyordu. Fakat, akmakta olan

muazzam su  miktarına ve yüksek akış hızına rağmen, nehir, 'gösterge 'de özellikle kuvvetli  bir tepkı oluşturmamıştı. Sadece, her iki yakada da kıyıya yakın yenerde, radyestezi gücü, radyestezi çubuğuna tam bir devir yaptıracak kadar kuvvetliydi. Anlaşıldığına göre, kıyı ile su arasındaki sürtünme, bu enerjinin  açığa çıkmasına yol açan hususlardan biriydi. Su, insanları en kuvvetli  olarak, muazzam miktarda bir suyun, yüksek bir hızda hareket ettiği yerlerde  değil de, suyun büyük bir toprak kütlesini doyurduğu ve küçük kılcal damarların  içerisinden yavaşça aktığı yerlerde etkiliyor gibidir»

 Dr.  Sochevanov, radyestezi çubuğunun yaptığı devir adedine dayanarak, yeraltı  akarsularının derinliğini ve cesametini tahmin edebilmektedir.

Radyestezi Yöntemi ile Maden Aramaları Radyestezinin  Rönesans'la birlikte gelişimi, tamamiyle maden arama'ya yönelik olarak tezahür etmişse de, bu gün artık bu uygulama sahası, önderliğini yitirmiştir. Maden  aramayla ilgili radyestezi tekniklerine ilişkin klasik bilgilere, tarihi kitap  ve belgelerde geniş bir şekilde rastlanır.

Yakın  zamanlarda qerçekleştirilen kayda değer maden arama uygulamaları arasında, İngiliz  radyestezisti Bn. Evelyn Penrose'un 1930'Iarda ingiliz Columbia'sında yaptığı çalışmalar ile Sovyetler'in 1960'Iarda yürüttükleri deneyleri sayabiliriz. Bn.  Penrose'un çalışmalarının ilginç bir yanı, radyestezi yeteneğini, su ve maden  aramanın yanısıra, petrol arama sahasında da kullanmış olmasıdır. Bn. Penrose,  söz konusu çalışmalarından bahsederken, -Petrol'le ilgili olarak bende oluşan  ilk tepki, sanki tabanlarıma kızdırılmış bir bıçak sokuluyormuş gibi algıladığım  bir histi,» diye yazıyor ve petrol yatağının tam üzerindeyken  de bir kukla gibi sıçrayıp durduğunu, ayaklarını yerde güçlükle tutabildiğini  anlatıyordu. Bn.  Penrose, özellikle 'altın madeni'ni tespit etmenin zor olduğunu belirtmişti.  Güneş doğarken, çubuk, altın yatağının tam üstünde tepki gösteriyor. Güneş  gökyüzünde yol aldıkça da altın'ın güç alanı, gerçek damardan belirli bir  mesafe uzakta bulunan daha başka noktalara kayıyordu. Bu husus, 1930'larda şu şekilde açıklanmaktaydı:  «Cisimlerden  çıkan ışınımlar, kendilerini, daha ziyade altı yönde hissettirirler. Birincisi;  dikey olarak, cisimden yukarıya ikincisi ise; gene dikey olarak cisimden aşağıya doğru, aynı şiddette yayılır. Bunlardan başka, cisimlerin en uç noktalarından 45 ve 135 derecelik açılar yaparak her tarafa doğru yayılan ışınımlar  mevcuttur. «Bu  ışınımlar, yeryüzünün manyetik ve elektriki akımlarıyla birleşerek, bazı  taraflarda daha fazla, bazı taraflarda ise, daha az ya da ters polaritede olabilirler. «İşte,  maden aramada bu ışınım yönleri göz önünde bulundurulursa, bir yanlışlığa yol  açılmamış olur» 30 yıl  kadar sonra, Sovyet bilim adamları da, değişen hava şartları ile jeofizik  şartların, madenlerden çıkan radyestezik gü cün, ışık gibi, değişik açılarda  yansımasına sebep olduklarını tespit etmişlerdir. Sovyetler'de, maden aramaya  ilişkin çalışmalar arasında, Dr. Sochevanov'un uygulamaları ile Ora Asya'da yapılan bazı deneyler önde gelmektedir. Dr.  Sochevanov, su arama çalışmalarıyla paralel olarak yürüttüğü maden arama  deneyleri hakkında şunları yazıyordu: «Medenler  de, radyestezi çubuğunu, su kadar kuvvetli bir şekilde etkilerler. Bir nehri  geçerken, endikatör [radyestezi çubuğu] iki kez dö nebilir, bir dereyi geçerken de bir kez dönebilir. Fakat, iyice derinlerde bulunan bir kurşun yatağının  üzerindeyken, radyestezi çubuğu tam 18 kez dönmuştu. 9 m. den daha kısa olan  bir yol üzerinde 18 devir! Tabii, bu, çok kalın bir damar kütlesinin üzerinde  meydana gelmiştir. Fakat, 'operatörlerimiz' [radyestezistlerimiz], 135 m.yi  aşan bir derinlikte, sadece 7,5 cm. kalınlığında olan maden yataklarının  yerlerini de belirgin bir şekilde tespit etmişlerdir» Dr.  Sochevanov, aynen yeraltı su mecraları gibi, maden yataklarının da derinliği  ile cesametlerini, çubuğunun yaptığı devir adedine dayanarak tahmin  edebilmektedir ..Radyestezi Yöntemi ile izleme  Çalışmaları Radyestezik  izleme, radyestezi aletinin aracılığıyla, kayıp kişi ve objeler ile herhangi  bir suçtan ötürü aranan kişilerin izlenmesi ve bulunmasını kapsayan bir  uygulama sahasıdır. Dolayısıyla, 'psişik dedektiflik' konusu dahilinde de mütalaa edilebilir. Radyestezi  tarihinde, radyestezik izlemeyi ilk kez uygulayan ve en büyük isimlerinde biri  olan Jacques Aymar'ı görüyoruz. Daha. sonra, yüzyılımızın başlarında Abbe  Mermet, 1930'larda İngiliz radyestezisti John Clarke ve 1940-1950 döneminde de gene ingiltere'den William Burgoyne, bu sahada son derece başarılı çalışmalar  yapmışlardır. Günümüzde ise, bu tür radyestezistler arasında, İrlandalı Thomas  Trench ile Güney Vietnam Donanması'ndan Albay Vosum'u sayabiliriz. Bütün  bu radyestezistlerin hepsinin de, izlenenin bırakmış olduğu görünmeyen bir izi,  bir ışınım ya da vibrasyonu aldıklarından ve kendilerini onunla ahenktar kıldıklarından bahsettikIerini görmekteyiz. Söz konusu iz ile ahenktar hale  geldikten sonra, radyestezist için artık bü)ün sorun, bu ışınımın hattından  şaşmamak, radyestezi aletinin, kendisine, aranan kişinin izlemiş olduğu yönde  rehberlik etmesine ya da bu yönü göstermesine izin vermektir. Radyestezik  izlemenin ilk uygulanımları sırasında, Jacques Aymar, klasik çatallı dal ile ve  arazi üzerinde çalışmıştı. İzlemekte olduğu kişinin ellemiş olduğu bir objeyi ya da giymiş olduğu bir giysiyi tutması kendisine yardımcı oluyordu. Aymar,  böylece, psikometri ile radyestezi fenomenleri arasındaki paralelliği gözler  önüne seren ve günümüzde, radyestezi aletini 'odaklamak' diye bilinen metodun  kullanımının öncülüğünü yapmış oluyordu. Abbe  Mermet, Aymar'dan sonra, radyestezik izlemeye büyük yenilikler getirdi:

Sarkaç  kullanan Mermet, izleyeceği şahsın bir fotoğrafını istiyor, kaybolduğu bölgenin  biri küçük, biri de büyük mikyasta olmak üzere iki haritasından yararlanıyordu. Fotoğraf yerine, Aymar gibi, bir obje ya da giysi kullandığı  da oluyordu. Bu iki  ünlü radyestezistin açtığı yolda, radyestezik izlemenin genel çerçevesi  dahilinde kendilerine özgü çalışma metodları  eliştiren diğer  radyestezistlerin de başarılı sonuçlar aldıklarını görüyoruz. 1933 yılının  sadece Mart ve Mayıs ayları arasında,  Inglitere'nin Nottingham bölgesinde, boğularak ölen 6 kişinin cesedini  'izleyerek' ortaya çıkaran John Clarke, izleme işlemine nasıl başladığını şö yle anlatıyordu:    «Önce kayıp şahsın bir giyeceğinden ya da  daha önceden bulunmuş olduğunu bildiğim bir yerden yararlanarak, sarkaçla,  kendisinin 'ışınımı'nı alırım.» William  Burgoyne da, radyestezi çubuğunu odaklamak için böyle kişisel bir objeden  yararlanıyordu. Burgoyne'un, çalışma tekniği hakkındaki açıklamaları,  radyestezik izleme uygulamalarının tipik bir tablosunu çizmektedir: «Hepimiz,  havanın içerisinde yürüken, arkamızda, vibrasyonlar bırakırız. Aradığım kişiye  ait bir objeyi, radyestezi çubuğu ile birlikte elime aldığımda, o örneğin 'vibrasyonları' sayesinde, söz konusu şahsın yürümüş bulunduğu yerin 'vibrasyonları' içerisine girebilirim. Çubuğun dönmesi durduğu anda, (vibrasyon) hattı dışına çıktığımi anlıyorum ve (vibrasyonu) tekrar alabilene  kadar bir geriye, bir ileriye yürümem gerekiyor.» Gerektiğinde  polise gönüllü olarak yardım eden Burgoyne hakkında, kızı, şunları  anlatmaktadır.

«Babam,  çalışmalarını İlahi Rehberlik altında gerçekleştirdiğine inanan, son derece  dindar bir insandı. Bunu spiritüel bir yetenek olarak mütalaa ettiği ve bu  yetenek sayesinde para kazanmaya çalıştığı takdirde bu gücünü kaybedeceğine inandığı için de hiç bir zaman para talep etmezdi. Melekesini öylesine geliştirmişti ki, gazetedeki bir fotoğraf ile söz konusu bölqenin bir haritası  ona yetiyordu. Sonra, Scotland Yard'daki tanıdıklarına telefon ederek, elde  ettiği sonuçları açıklıyordu»

1953  yılında, William Burgoyne'u, intihar etmesinden şüphelenilen kayıp bir şahsı  izlerken gözlemlemek fırsatını bulan Andrew Freedland, bu vakayı şöyle  anlatıyordu: «Burqoytıe'e  kayıp şahsa ait bir mendil verdikten sonra, kendisinde, sonuç hakkında tam bir  kesinlik havası oluştu. Hemen, harita üzerinde, Oartmouth [Ingiltere]  dışındaki kırlar üzerinden geçen bir hat çizdi. Bu hat'a mümkün olduğunca,  sadık kalarak, arabayla o bölgeye gittik. Sonra, yürümeye başladığımızda, Burgoyne'un, izlenecek yönü tam olarak bildiğini qôrdük. Şahsın cesedini, yarım  saat kadar yürüdükten sonra, bir yer'ın altında bulduk .. » Anlaşıldığına  göre, Burgoyne'un radyestezi yeteneği, sonunda, psikometrik türden bir  hassasiyete dönüşmüştü.

Harita Radyestezisi ve Uygulama  Teknikleri 'Harita  radyestezisi', çamurlu tarlalarda dolaşmak ya da belirli bir alanda keşif  yapmak için büyük  masraflara girmek gibi bir çok sorunu ortadan kaldıran,  ancak, aynı zamanda da, kağıt ve mürekkepten oluşmuş, temsili mahiyetteki bir haritanın  gerçekteki hedefe ait 'ışınımları' yayması imkan dahilinde görülmediğinden,  radyestezi fenomenine ilişkin standart teorilerin dışındaki bir açıklamayı  gerektiren bir uzaktan radyestezi metodudur.

Arazide  yapılan radyestezide tamamiyle fizik güçlerin geçerli olduğuna inanan  araştırmacılar için, harita radyestezisi'nde geçerli olan güçler, anlaşılması  imkansız olan bir muamma oluştururlar. Fakat, şurası muhakkaktır ki, bir radyestezist, kendi fizik mekanından çok uzaklardaki alanlar  ya da mekan parçaları hakkında doğru ve geçerli olan doneler sağlayabilen belirli bir  enformasyon kaynağıyla irtibat kurmaktadır. Dolayısıyla,  burada, radyestezistin bir hassas (psişik) kişi olduğunu hatıra getirmek gerekir.  Durugörü'nün kapsamına giren 'uzaktan görme' fenomeninde, Ingo Swann gibi bir  hassas kişi, sadece enlem ve boylam koordinatlarının kendisine verilmesiyle  dünya üzerindeki herhangi bir noktaya nasıl  bakabiliyorsa, bir radyestezist de sadece bir harita ya da planın aracılığıyla gerçek araziyi tarayabilir.  Nitekim, Ingo Swann'la birlikte derin  araştırmalar yürütmüş olan Russell Targ  ile Harold Puthoff, ihtiyarl ve insan yapısı zihn! bir olgu olan koordinat  sisteminin 'uzaktan görme'  deneylerinde neden geçerli olduğunu incelediklerinde,  koordinatların, zihni ve fiziki mekanlar arasında bir köprü vazifesi gördüklerine  kanaat getirmişlerdi. Aynı şekilde, temsili mahiyette olan insan yapısı bir harita da, bir radyestezist için muhtemelen bu tür bir 'köprü' işlevini görmektedir.

Radyestezik  izlemede uygulanan, kişisel eşyaları kullanma tekniği, psikometri ile  radyesteziyi birbirine nasıl yaklaştırıyorsa, harita radyestezisi  de, durugörü  ile radyestezinin girişim yaptıkları bir sahayı oluşturmaktadır. Harita  radyestezisi tekniği ile son derece ilginç radyestezik tespitler yapılabilir.  Bn. Evelyn Penrose, İngiltere'deki oturma odasından, Güney Afrika'daki bir madencilik alanına ait bir haritanın üzerinde radyestezi çalışmaları yapmış ve  başarılı sonuçlar almıştı. Amerikalı radyestezist Henry Gross, Maine'deki evinde  otururken, harita radyestezisi ile, üzerinde hiç bir su kaynağına rastlanmayan  Bermuda Adası'nda sondaj yapmak  suretiyle su bulunacak yerleri tespit etmiş,  tam bir isabet kaydetmişti. Amerikan Radyestezistler Derneği'nden Ray Willey  ise standart karayolları haritaları üzerinde çalışmaktadır: Bir seferinde, New  York'tayken, 4800 km. kadar ötedeki Point Roberts'da su bulmuştu. Harita  üzerinde, gördüğümüz gibi, radyestezik izleme çalışmaları yapılmaktadır. Ancak  harita radyestezisi ile aranabiIecek hedeflerin mahiyeti, radyestezistin  imajinasyonuna bağlı olarak büyük bir çeşitlilik gösterebilir. John Shelley,  bir keresinde, bir balıkçının, Amerika'nın kuzey doğu kıyılarının  açıklarında ıstakozların azalmasından ötürü, iyi bir ıstakoz kaynağı bulması için kendisine  müracaat edilmesi üzerine, Maine kıyılarını gösteren  büyük bir harita  üzerinde, radyestezik metodla, daha güneyde yer alan bir bölgeyi tespit  etmişti. Söz konusu yere giden balıkçı, gerçekten de  ıstakoz avlamak için  elverişli olduğunu görmüştü.

Harita  üzerinde su ya da maden aramak için hafif bir sarkaç ile anten olarak da sivri  uçlu bir çubuk kullanmak gerekir. Bu çubuk, bir şapka iğnesi! çorap şişi, ucu  iyice sivriltilmiş bir kurşun kalem de olabilir. İnce bir demir çubuk üzerine küçük bir mıknatıs konulursa daha iyi olur. İnce çubuk yerine sol elin işaret  parmağı da kullanılabilirse de, parmak ucunun harita üzerinde kaplayacağı saha  büyük olacağından, hedefin tam yerini Tespit etmek güçleşir. Ancak, 1 :10 gibi  küçük ölçekli planlarda, kaplayacağı alan küçük olacağından, işaret parmağının  kullanılmasında bir sakınca yoktur. Haritanın  yerleştiriliş yönü son derece önemlidir. Haritayı, düzgün ve çivisiz bir masa  üzerine, bir pusulanın da yardımıyla, kuzeyi Kuzey'e gelecek şekilde  yerleştirmek gerekir. Ayrıca, masanın altında ve yakınında sarkaca da tesir edebilecek ışınımlar neşreden objelerin bulunmamasına dikkat edilmelidir.

Sarkaç,  aranılacak olan maddeye ayar edildikten sonra, bir hareket verilerek harita  .9zerinde yavaş yavaş gezdirilir ve hareketin gelişimi izlenir. Örneğin;  sarkacın, salınım hareketinin dairevi harekete geçtiği noktalar işaretlenir. Ondan sonra, anten işlevi gören sivri uçlu çubukla ya da bir kurşun kalemle,  aranılan hedefin yeri tam olarak tespit edilir. Harita  radyestezisinde, sarkacı odaklamak için günümüzde bir çok radyestezistin  başvurduğu bir metod da Mager Diski'nin kullanımıdır.  Bu,mucidi olan Fransız radyestezisti Henri Mager'in adıyla anılan ve üzerinde,  sırasıyla, beyaz, siyah, gri, kırmızı, sarı, yeşil, mavi ve mor renkli, V biçiminde dilimler bulunan küçük bir disktir. Her bir renk, radyestezistin  kişisel kodu'na göre belirli bir maddeye ya da hedef tü rüne tekabül eder. Radyestezist, diskin ilgili dilimini sol elinin başparmağı ile işaret parmağı arasında tutarak, sarkacın tepkisini gözlemler.

Tıpta Radyestezi ve Kullanım Alanları

Radyestezistler,  bedenin sıhhatli haldeki çeşitli kısımları ile buralarda meydana gelebilecek hastalıkların, radyestezik olarak belirlenebilen,kendilerine özgü enerji  neşriyatları olduğunu belirtmektedirler. Bu savdan yola çıkarak ya vücudu  doğrudan muayene etmek ya da uzaktan radyestezi tekniği ile çalışmak suretiyle,  radyestezi ile hastalık teşhisi ve uygun tedavi metodlarının tespiti mümkün  olmaktadır. Vücut  üzerinde sarkaçla muayene yapılırken, sarkacı tutan sağ elin işaret parmağı  anten olarak kullanılır. ünce, başın ön tarafından başlanır,sonra başın arka tarafına geçilir ve yavaş yavaş, vücudun her yanı muayene edilir. Sarkacın  hareketsiz olup olmadığına ya da ne gibi bir hareket verdiğine dikkat edilir.  Sarkaç, sağlıklı uzuvlar karşısında daima aynı hareketi verir.Hastalıklı bir uzuv karşısında ise, ya durur ya da sağlıklı uzuv karşısındaki hareketin tersini verir. Radyestezi çubuğu ise, hasta bir uzva geldiğinde,aşağıya ya da  yukarıya doğru şiddetle hareket eder veya sıçrar.Sarkaç  kullanırken, anten vazifesi gören parmağını çubuk kullanırken de çubuğun  ucunun, radyestezik tepki sırasında vücudun  dış yüzeyinden olan uzaklığı, hasta uzvun vücut içerisindeki yerinin  uzaklığını verir. Bu teknikle, vücutta bulunan bir kurşun ya da iğnenin yerini  tespit etmek çok kolaylaşır.

Radyestezi  ile hasta muayenesinde, her doktor, kendine özgü sistem ve metodlarını kullanır. Örneğin; bölge tedavisi'nde olduğu gibi, elin parmakları ile ayasının muhtelif  bölgelerinin, vücudun belirli uzuvlarına tekabül etmesini esas alarak buna  göre bir cetvel düzenleyenler vardır: Sol elin işaret parmağının ucunun, başı  ve beyni göstermesi; ikinci boğumun ortasının boğaz nahiyesini belirlemesi; vb.

Yakın  zamanlarda, ünlü Amerikalı radyestezist Verne Cameron, vücut üzerinde  radyestezi ile teşhiste kullanılmak üzere, "aurametre" adını verdiği  yeni bir alet geliştirmiştir. Ucunda, gayet hassas bir şekilde dengelenmiş bir ağırlık taşıyan bu alet, yatay, dikey ya da dairevi hareket  yapabilmektedir.  Bilinen en hassas radyestezi aleti olan aura metre, vücudun çevresinde gezdirildiğinde,  zayıf ya da hastalıklı bir noktaya rastlar rastlamaz tepki göstermektedir.

Uzaktan  radyestezi ile teşhis metodları da çok çeşitli olup, bir uygulayıcıdan ötekine  değişir. Bazıları, üzerlerine tüm hastalıkların isimlerini yazdıkları büyük kartlar kullanırlar; sarkaç hangi kartı belirlerse, onun üzerinde yazılı olan  hastalıkla teşhis konulur. Teşhisten sonra, uygun tedavi şekli de aynı metodla  seçilir. Daha  başkaları ise, deneme ve yanılma ile her hastalık ve ilaç için ayrı bir 'sarkaç  titreşim oranı' tespit ederek, kendileri için geçerli olan bir derecelendirme  yaparlar. Bundan sonra, hastadan alınacak bir kan örneği, üzerinde teşhis konulması için yeterli olmaktadır: Sarkaç, kan  örneğinin üzerinde hangi titreşim  oranı'nı veriyorsa, tabloda o orana tekabül eden hastalığı belirliyor demektir.  Aynı kan örneği kullanılarak, uygun ilaç da tespit edilir. Radyestezist ya da  doktor, bu kez, sağ elinde sarkacı, sol elinde de teker teker ilaçları tutar;  ilaçlardan biri hastalığ ın mahiyetine tekabül ettiği zaman sarkaç harekete  geçer.

Bu  metodun değişik bir uygulama biçimi de,ilacın hastaya verilmediğini, bunun  yerine, belirli bir miktartarının hastanın kan örneğinin yanına koymak  suretiyle 'uzaktan tedavi' yapıldığını görüyoruz. Aynı şekilde, tedavinin seyri  de, hastayı hiç görmeden, her gün sarkaçla kan örneği  muayene edilerek izlenebilir.

Bu tür  uzaktan teşhis ve tedavi uygulamalarında sarkaç yerine  çeşitli cihazların kullanıldığını görmekteyiz. Ancak, cihaz kullanımı,  radyestezinin inceleme sahasından çıkmakta ve kendine özgü bir ad almaktadır:  "Radyonik Bilimi". Radyonik Bilimi'nin temelleri, yüzyılın  başlarında, Amerikalı doktor Albert Abrams tarafından atılmış, daha sonra, Amerika'da  Dr. Ruth Drown ve İngiltere'de de George de la Warr tarafından geliştirilmiştir.

Günümüzde ise, Galen T. Hieronymus'un çalışmaları bu konuda öncülük yapmakta ve  radyonik biliminin önünde yepyeni ufuklar açmaktadır. Radyonik bilimi, artık,  psikotronik bilimi, biyomanyetizm ve piramid enerjileri konuları ile birlikte  ele alınmakta ve araştırılmaktadır. Uzaktan  radyestezi ile teşhis tekniklerinden biri de, aynen arazi yerine harita  üzerinde çalışmak gibi, vücudun yerini alan anatomik şemalar üzerinde çalışmayı  kapsar. Burada, bir arazinin, 'ışnımlarını' taşıyan bir fotoğrafını kullanmak ile hastadan alınan ve gene o şahsın enerji  eşriyatını içeren bir kan örneğinin  kullanılması arasındaki benzerlik gibi, sadece temsili mahiyette olan  haritalar ile anatomik şemaların kullanımları arasında da tam bir paralellik  kurabiliriz.

Anatomik  şema üzerinde radyestezi ile teşhis uygulamalarında kullanılan bir teknik de,  sarkacı sağ elde tutarken, sol elin 'anten' işlevini gören işaret parmağını  şemanın üzerinde gezdirerek, sarkacın tepki göstereceği nahiyeyi ya da noktayı belirlemekten ibarettir. Bu metodla çok başarılı sonuçlar alınabilir. Radyestezi,  kabul etmemiz gereken bir gerçektir. Bunun böyle olup, olmadığını bulmak için  deney yapmayın. Böyledir!..  

 Kolları sıvayın ve radyesteziyi geliştirin!

Tarih Boyunca, Radyestezi Çalışmaları  

Çağlar  boyunca Radyestezi'nin bir çok şekillerde uygulandığını görmekteyiz. Radyestezinin,  bu günkü biçimiyle, İ.Ö. 6000 yıllarında muhtemelen mevcut olduğuna dair  elimizde kanıt vardır: Büyük Sahra'nın kuzeyinde, Tassili yakınlarında keşfedilen  mağara resimleri arasında, güttüğü hayvanların arkasında yürüyen ve elleriyle,  çoğu radyestezistlerin tuttuğu şekilde, ucu yukarıya dönük olan çatallı bir dal  parçası tutan bir sığır çobanının ve çevresinde kendisini izleyenleri gösteren  bir resim de yer almaktadır. Bu resim, bilindiği kadarıyla', bir radyestezisti  temsilen çizilen ilk resim olarak kabul edilmektedir.

Güney  Afrika Cumhuriyeti'nin Orange Free State eyaletindeki Platsberg yakınlarında bulunan, Güney Afrika Buşmanları'na ait bir mağarada da, aynı şekilde, hiç  kuşku götürmeyecek bir biçimde bir radyestezisti temsil eden bir çizime rastlanılmıştır.  Ancak, resmin tarihi hakkında kesin bir şey söylenmemiş, sadece, neolitik  çağdan kaldığı belirtilmiştir; bu da, Afrika tarihinde, İ.Ö. bir kaç bin  yıldan İ.S. bir kaç bin yıla kadar uzanan bir dönem demektir .

Kadim  Mısır'da, radyestezinin uygulanmakta olduğu kesindir. Önünde, bir kol boyu  kadar ötede, çatallı bir dal parçası tutan bir rahibi gösteren rölyefler mevcuttur.  Ayrıca, Hititler'e ait olan  ve İ.Ö. 12. yüzyıldan kalan bir rölyefte resmedilen kişinin, maden cevheri aramak  için bir çubuk kullanan resmi bir maden arama görevlisi olduğunu  söyleyebiliriz. Dünyanın öbür ucunda yer alan bir ülkede, kadim Peru'da  rastlanılan oyma kaya resimleri, o çağlarda radyestezinin dünyanın her yanında yaygın olduğunu göstermektedir.

Daha  ileriki çağlarda, Yunanlılar, günümüzde de olduğu gibi, hem su ve maden  cevheri aramak için, hem de gaipten haber vermek amacıyla kullandıkları  radyeztesi sanatına, "rhabdomaney" adını vermişlerdi. Her iki  uygulama türünü de kapsayan bu terim, çubuk ve gaipten haber verme  kelimelerinden oluşturulmuştur.

Romalılar  zamanında, İ.S. 500 yıllarında, Büyük Theodorus'un, devlet vekili  Cassiodorus'a su arayıcıları bulması için emir verdiğ ini, elde mevcut kayıtlardan okumaktayız. Rossiter Raymond'un geçen yüzyılda yazdığı,  "Radyestezi Çubuğu" ("The Divining Rod," Transactions of  American Institute OJ Minng Engineers, Vol. 11, 1883) başlıklı bir yazıda,  iskitler, Persler ve Medler'de, gaipten haber vermek için çubuklar kullanan rahiplerin bulunduğunu belirtmektedir.

Bütün  bu örneklerin de ötesinde, radyesteziyle ilgili olan kadim kayıtların en  ilgincine Kabala'da rastlanmaktadır. Kadim ibrani tradisyonunuiçeren  Kabala'nın söz konusu bölümünde, Hz. Süleyman'ın Asası'ndan ve Hz. Süleyman'ın,  bu asayı kullanarak, dünyanın en zengin ve en güçlü insanı haline gelmesinden bahsedilmekte ve böyle bir asanın ya da çubuğun nasıl yapılacağına ilişkin  talimat verilmektedir: "İnsan  eliyle dikilmemiş olan bir şeftali ya da ceviz ya da zeytin ağacı arayın. Ağaç,  henüz meyva veremeyecek kadar genç olmalıdır. ''

Sabah  vakti, güneşin ufukta ağarmasından az önce, ne 40 cm.den kısa, ne de 50 cm. den  uzun olan çatallı bir dal kesin "Dalı  keserken, şu sözleri tekrarlayın: 'Seni, Eloina, Miraton, Aldonay ve  Semiplaras adına kesiyorum ki, Onlar'dan. sana, Hz. Yakub'un ve Hz. Musa'nın  ve Harun'un asalarının sahip olduğu majik nitelikleri ve erdemleri bahşetmelerini  ve saklı olanı ifşa etme yeteneğini ve gücünü vermelerini diliyorum.'» İ.S.  500 yıllarından sonra, Roma İmparatorluğu'nun çöküşü ve Hıristiyanlığın  Avrupa'ya yayılmasıyla birlikte, alşimi ve astronomi gibi okült sanatların  yanısıra radyestezi de Kilise'nin hışmına  uğradı ve yaklaşık bin yıl süreyle, mevcudiyetini, ancak gizli derneklerin ve  maji uygulayıcılarının yeraltı faaliyetleri dahilinde Sürdürebilidi.

Rönesans'la  birlikte, okült sanatların tekrar canlandığını ve radyestezinin de, mistik  veçhesiyle değil de maden cevherlerinin keşfine yardımcı olan bir teknik  olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Radyestezinin bu dönemde ilk kullanıldığı yer, muhtemelen, Almanya'daki Harz dağ ları olmuştu.1420 tarihli ve Viyana  kökenli bir el yazması metinde, radyestezi çubuğu kullanılmak suretiyle  keşfedilen bir maden ocağından bahsedilmekteydi.16. yüzyılın başlarında ise,  radyestezinin uygulanımı artık iyice yaygınlaşmıştı. Alman alimi Georgius  Agricola, önce 1530'da yayımlanan bir makalesinde, arkasından da 1556'da bu  makaleyi genişleterek, yazdığı, De Re Metallica adlı yapıtında, radyestezinin,  maden cevheri arayan madenciler tarafından nasıl uygulandığını uzun uzadıya  tarif etmişti. Ne ilginçtir ki, Agricola'nın bu kitabında ortaya koyduğu  sorular, bu gün dahi güncelliğini korumakta ve radyestezi hakkında yazılan en  son kitaplarda bile hala daha tartışma konusu olmaktadır:

-  Radyestezi, bilinmeyen bir majik güçle mi ilgilidir?

 -  Çubuk, kendiliğinden mi hareket eder, yoksa, çubuğu harekete geçiren  radyestizist midir?

 -  Çubuğun hangi maddeden yapıldığı önemli midir?

 -  Radyestezi, gerçekten geçerli midir?

Agricola'nın,  'maji' konusunda, "büyülenmiş ya da qaipten haber veren çubuğun, madenIere  ilişkin konulardaki uygulanımının, majisyenlerden ve büyünün saf olmayan kaynaklarından doğduğu» hakkında hiç kuşkusu yoktu .. Çubukları herkes kullanamadığına  gö re, maden damarı ile çubuk arasında direkt bir nedensel bağlantı bulunmadığı  sonucuna varmıştı. Ancak, yine de, değişik türden maden cevherlerinin değişik  maddelerden yapılmış olan çubuklarla arandığını açıklıyordu:

Maden   Çubuk:

 a)  Gümüş Fındık ağacından yapılma

 b)  Bakır Dişbudak ağacından yapılma.

 c)  Kurşunv e Kalay Çam ağacından yapılma.

 d)  Altın Demir yada çelikten yapılma.

Radyestezinin  gerçekten geçerli olup olmadığı sorusuna  gelince, Agricola, objektif bir gözlemci sıfatıyla şunları söylüyordu:

1693'de  Fransa'da basılmış olan bir radyestezi kitabında  gösterildiği şekliyle,  radyestezi çubuğunun çeşitli tutuş biçimleri. «Madencilerin  kullandıkları dal parçaları gerçekten de harekete geçmektedir .. bazıları, bu  harekete, maden demirinın yol açtığını, diğerleri ise, hareketin, çubuğun  madenci tarafından manipüle edilmesine bağlı olduğunu ve daha başkaları da her iki sebebin birlikte mevcut olduğunu söylemektedirler .. Madenciler arasında,  radyestezi çubuğu hakkında çeşitli ve oldukça farklı kanaatler mevcut olup,  kimi çok işe yaradığını söylerken, kimi de bunu kabul etmemektedir»  Sonunda,  Kilise'nin kızgınlığına ve alimlerin de hayretine rağmen, radyesteziye olan  inanç giderek kö kleşti ve 16. yüzyılın sonlarında, İngiltere Kraliçesi   Elizabeth'in Cornwall'da (Ingiltere) kalay aramaları için Almanya'dan  madenciler ve radyestezistler getirtmesine yol açacak kadar yaygınlaştı. 17.  yüzyılda ise, yeraltındaki maden damarlarının tespit edilmesinde radyestezinin yararlılığı kesinlikle kabul edilir olmuştu.

Radyestezistler, önce, maden arama  heyetlerinin personeli arasında yer almaya başladılar ve daha sonra, 1670  yılında Almanya'da, radyestezistlere, resmi sürveyanlarınkine eşit bir rütbe  verildi. 1709'da ise, radyestezistler, rütbe bakımından, sürveyanlardan önce  gelmeye başladılar - bu da, radyestezi uygulamalarının giderek gelişen olumlu  sonuçlarının bir kanıtıydı. Nitekim, Birinci Dünya Savaşı'ndan  hemen sonra, Bavaria'daki (Almanya) Operfalz dağları yakınında yer alan  Erbenbach bölgesinde, bu eski maden arayıcı radyestezistlerin güçlerini  onaylayıcı mahiyette olan harikulade kanıtlara rastlandı. 17. yüzyıldan kalan  bir haritada, bir radyestezistin çizdiği, yeraltında uzanan ve o günlerin  madencilik teknikleriyle ulaşılamayan iki ayrı maden damarına ilişkin bir plan görülüyordu. Yapılan sondajlar sonucunda, söz konusu radyestezistin 300 yıl  önce yaptığı bu tespitin tamamen doğru olduğu anlaşılmıştı. Böylece  17. yüzyılın ikinci yarısı ile 18. yüzyılın ilk yarısı, radyestezinin,  özellikle maden arama çalışmaları ile ilgili olarak, ne o zamana kadar, ne de o zamandan beridir rastlanmayan bir şekilde saygı gördüğü ve kabul edildiği bir  dönem olmuştu. AImanya'da, profesyonel radyestezistlere,son derece değerli addedilen  özel bir diploma veriliyordu. 1738 yılında, diplomalı iki radyestezistin  Bavaria Madencilik Bürosu'na verdiği bir dilekçede, yetkililerin ehliyetsiz  radyestezistleri işe almamaları dileğinde bulunuluyordu. Söz konusu  dönemde radyestezistlerin ne kadar itibar gördüklerine ilişkin bir çok kanıt vardır. Zamanın Freiburg Maden Vekili ve Sürveyanı olan August Beyer, «Dikkatli  bir prosedüı ile uygulanması ve yerinde kulllanılması halinde, radyestezi çubuğundan  büyük yararlar sağlanabilceği inkar edilemez," diye yazıyordu. Beyer'in  kuzeni Adolph ise, üstad radyestezist Hans Wolff'un çalışma tekniğini şöyle  anlatıyordu: «[Hans  Wolff,] ellerini birbirine yapıştırdı ve kollarını aşağıya doğru sarkıtarak,  tarlaları dolaştı. Bir maden damarının yakınına gelir gelmez, kolları titremeye başladı. Damarın tam üzerindeyken, tepkileri özellikle şiddetli  oluyor ve bu, sonra kendisini öylesine halsiz bırakıyordu ki, bir süre için dinlenmesi gerekiyordu» Almanya'nın  önderliğini yaptığı, radyestezi ile maden arama tekniği, Avrupa'nın öteki  ülkelerinde de oldukça benimsenmişti. «Cornwall'ın Doğa Tarihi» (Natural  History of Cornwall) adlı kitabında 18. yüzyılın folkloru ile yerel  geleneklerini anlatan ingiliz eski eserler uzmanı Dr. William Borlase,  madencilerin, maden damarlarının yerini belirlemek için, radyestezistlerden yararlandıklarını belirtmektedir. O devrin İngiliz radyestezistlerinden olan  William Cookworthy de, 1751 tarihli Gentleman's Magazine dergisinde şunları  yazıyordu:

«Metallerin  farkli farkli cezbetme dereceleri vardır: Altın en güçlüsüdür; bunu, bakır  izler; sonra, demir, gümüş, kalay, kurşun, kemikler, kömürler ve su kaynakları ve kireçtaşı gelir." Ne  gariptir ki, radyestezinin bu parlak döneminde, daha sonradan radyestezinin en  yaygın uygulanım sahası haline gelecek olan 'su arama' konusu pek ilgi  çekmemişti. Aynı devirde, Radyesteziyle su arama uygulamalarından bahseden  kayıtlara çok ender rastlanır. Bu kayıtların bilindiği kadarıyla en eski olanı, Azize Teresa of Avila'nın, böyle bir uygulamadan bahseden notlarında geçmektedir:  1568 yılında, bir manastır inşa etmesi için kendisine bir arazi teklif edilen  Azize Teresa, arazide su bulunmadığından ötürü bu teklifi geri çevirmeyi  düşünür. Ancak, Antonio adındaki bir rahip, su bulacağını söyleyerek, elindeki  bir dal parçasıyla sanki haç çıkarıyormuş gibi yapar. Azize, bunun ne olduğunu  anlayamamıştır: «Bir işaret yapıp yapmadığından emin değilim ama, her halükarda  da parçasıyla bazı hareketler yaptıktan sonra, 'Tam şurayı kazın,' dedi." Söylenileni yapan Azize Teresa, radyestezist rahibin sayesinde, manastırın  ihtiyacını karşılayacak nitelikte bir pınara kavuşur. Radyesteziyi  su bulmak için sistematik bir tarzda kullanan ilk kişi ise, muhtemelen,  Beau-Soleil Baronesi olmuştur. Ancak, Barones'in su arama çabaları, yine de,  maden aramaya yönelik çalışmaların yanında ikinci planda kalıyordu. Barones, Fransa'nın en önde gelen madencilik otoritelerinden biri olan eşi ile birlikte, 1630 yıllarında, Fransa'nın, zenginlik ve itibar bakımından Avrupa  ülkeleri arasındaki yerini korumak amacıyla, maden arama işleminin çok daha  güvenilir bir hale getirilmesi gerektiğine karar vermişti. Sonuç olarak,  maden. aramada kullanılmak üzere bir dizi metod sıralayan Barones, modern arazi  radyestezisi'nde olduğu gibi, arazinin önce, duyulara dayalı metodlarla  değerlendirilmesini ve bundan sonra da bilimsel cihazların kullanılmasını  öneriyordu. Sözünü ettiği 16 cihaz arasında, radyestezi çubuğu da yer  alıyordu. Barones, iki kitap yazmış ve bunlarda, kocası ile kendisinin, altın,  gümüş, bakır, kurşun, demir damarları ve diğer madenler ile su kaynakları  bulmadaki başarılarının bir dökümünü yapmıştı. Ne  yazık ki, radyestezi çubuğunun kullanımı ile zamanın alşimik uygulamaları  arasında bir ilişki görülünce, Barones ile eşi, büyücülükle itham edilmiş ve  hapse atılmışlardı. Aslında, o devirde Avrupa'da, radyestezinin maden arama çalışmalarında başarıyla  uygulanmasına ve geçerliliğinin bir çok yörede kabul edilmesine rağmen, tüm  radyestezistler, yine de, Kilise'nin kesin onayını alamayışın yol açtığı  güçlüklere göğüs germek zorundaydılar. Martin Luther'in 1518 yılında  radyestezi uygulamalarını kınamasından sonra, radyestezi çubuğunun faaliyeti,  daha ziyade karanık güçlerin işi olarak mütalaa edilmeye başlanmıştı.  Radyestezistler de, bu tür bir inancın doğurabileceği tepkilerden korunabilmek  amacıyla,faaliyetlerini arındırıcı bazı önlemler almayı ihmal etmiyorlardı. Nitekim, Almanya'da, radyestezi çubuğunu vaftiz etmek olağan bir işlemdi!

Kilise'nin  en büyük sorunlarından biri de, Hıristiyan rahiplerin çoğunun, doğuştan  yetenekli birer radyestezist olmasıydı. Ancak, 1658 yılında Wittenberge'de  (Almanya) yapılan bir toplantıda, gerçekte karanlık güçleri kendileri temsil  eden din adamları, başarılı radyestezi uygulamalarında karanlık güçlerin işe karışmış olmaları gerektiğine karar verdiler. Ertesi yıl, bir Cizvit Papaz i  olan G. Schott, bu çarpık kararı destekler mahiyette bir kitap yayımladı. Ne  ilginçtir ki, aynı Schott, çok geçmeden bu fikrini değiştirdi ve radyestezi  çubuğunun harekete geçmesinin karanlık güçlerle hiç bir ilgisi olamayacağını  belirtti. Schott, bu kez, şöyle diyordu: "Son derece dindar olan bazı kişiler,  radyestezi çubuğunu gerçekten de  harikulade bir başarıyla kullanmışlar ve söz konusu hareketin tamamiyle doğal olduğunu ve bunun, çubuğu kullananın el çabukluğu ya  da imajinasyon gücü ile hiç de ilgili olmadığını tasdik etmişlerdir» 1674  yılında ise, bir diğer Cizvit Papazı olan Dechales, artık şu satırları  yazabiliyordu:

«Bu  deneyimde [radyestezide] beni hayrete düşüren iki husus var:

«Birincisi,  bu çubuk neden sadece bazı kişilerin elinde dönüyor?

«İkincisi,  bu çubuk, neden hem yeraltı akarsularının, hemde madenIerin yerini belirlemede  aynı derecede sıhhatli sonuçlar veriyor?»

18.  yüzyılın ikinci yarısında, Alman madencilerinin radyestezistlerden yararlanma  adetini giderek terk edildiğini görüyoruz:

En son  resmi radyestezist de, 1778 yılında, madencilik yetkilileri ile arasında çıkan  bir anlaşmazlık sonucunda işten çıkartılmıştı. Bundan sonra, radyestezi uygulamalarının merkezi, Güney Fransa'ya kaymış ve Lyons çevresindeki Dauphine  eyaleti, tarihin en  ünlü radyestezistlerinden biri olan Barthelmy Bleton'un çalışmalarıyla doruk  noktasına erişen bir dizi harikulade radyestezi olayına sahne olmuştur.

Ünlü Radyestezist B. BIeton ve  Çalışmaları

1740  yılında doğan Bleton'un radyestezi yeteneğini, daha henüz çobanlık yapan  küçücük bir çocukken nasıl keşfedildiğini, 1781 yılında yazılmış olan ilginç  bir mektuptan öğrenmekteyiz: «Bletotı,  7 yaşındayken, bazı işçilere yemek götürmüştü, bir taşın üstüne oturduğunda, üzerine ateşli bir hal ya da baygınlık hali gelmişti; işçiler onu kendi yanlarına  götürdüklerinde, baygınlık geçmişti, fakat taşın yanına geri gitti her  seferinde tekrar rahatsızlanıyordu. Bu olay Chartreuse 'ün Başrahibi'ne  anlatılınca, olanları kendisi de görmek istedi. Böylece, olayın doğruluğuna  kanaat getirince, taşın altındaki toprağı kazdırttı. Orada bir pınar buldular,  ki bu pınar, hala daha bir değirmen döndürmek üzere kullanılmaktadır." Bleton'un  radyestezi tarihindeki yerine özellikle önem kazandıran husus, üzerinde uzun  süreli ve nispeten başırılı bir dizi deney uygulanmış olan ilk radyestezist olmasıdır. Üstelik, bu deneylerin bazıları, günümüzde 'çift kontrollü' diye  bilinen şartlar altında yürütülmüştür -yani, ne Bleton'un kendisi, ne de deneyci,  keşfetmeye çalıştığı şeyin yerini bilmiyorlardı. Söz konusu deneyci, XVi.  Louis'nin doktorlarından biri olan Pierre Thouvenel'di. Thouvenel, genç yaşta,  Fransa'nın maden suları müfettişi olarak görevlendirilmiş ve 32 yaşında da  radyestezi araştırmalarına başlamıştı. Thouvenel'in bu atılımı, akademi  çevrelerinin nefretini kazanmasına yetti ve düş kırıklığı içinde öldü. Geride  bıraktığı, 'Tıbbi ve Fiziki Hatıralar" (Memoire Physique et Medicinal,  1781) ve "İkinci Hatıralar" (Seconde Mernoire, 1784) adlı iki kitabı,  radyestezi üzerine yapılan ilk bilimsel deneyleri içeren paha biçilmez kaynaklardır. Bleton'un,  bu deneylerin birinde, kendisinin denendiğini dahi bilmediğini görüyoruz: "Tek  kemerli bir taş köprü üzerinden, Nancy'ye su taşıyan dört küçük ahşap su kanalı geçer. Tümüyle toprak ve bitki örtüsüyle örtülmüş olan bu dört sıra borunun  kesin yerlerini, araIarındaki açıklığı ve yeraltındaki derinliklerini, sadece,  Bleton'ı hiç görmemiş olan mühendis biliyordu. Bu konuda, Thouvenel'e  gizlice  bilgi vermişti, ki Bleton bundan tamamiyle habersizdi. Sonuçta, civarda çeşitli  deneyler yapıldıktan sonra ve yeni bir deneyin yapılacağı kendisine  açıklanmadan, Bleton, eve dönüyormuş gibi yapılarak, bu köprünün üzerinden  geçirildi. Bleton, köprüye varmazdan az önce, bastığı yerin altında akan bir suyun bulunduğunu belirtmiş ve bu his, kısa aralarla köprüyü geçerken ve köprünün 1,5  ya da 2 m. kadar önündeyken devam etmişti. Bir kaç kez adımlarıni geriye doğru  izledikten sonra, o dört kanalı belirgin bir şekilde saptamış ve birbiriyle  öylesine yakın olmaları karşısında hayretini çizilememişti. O zaman, kendisine,  saptadığı şeyin su kanalı olarak kullanılacak şekilde yapılmış içi boş dört  ağaç gövdesinden ibaret olduğu açıklandı. Bir  başka seferinde, bir Fransız Başpiskoposu, yerin altına su boruları gömmüş ve  (-çağımızda uygulanan bu tür deneylerin bir öncüsü olarak-) bu borulara  sevkedilen suyun gizlice, bir kesilip, bir akıtılması için bir de düzenleme  yapılmıştı. Su aktığı zamanlarda, Bleton, hiç yanılmaksızın, boruların izlediği yolları saptıyor, su kesildiğinde ise, hiç bir tepki göstermiyordu. Kırk  yılı aşkın bir süreyle radyesteziyle uğraşan Bleton'un bu çalışmalarının,  zamanında kendisini eleştirenlerin sürekli olarak idda ettikleri şekilde şans  eseri başarı ya ulaşmış olması imkansızdır. Bu başarılı uygulamaların sadece  adedi dahi bu savı çürütmeye yeterli olduğu gibi, ayrıca, Bleton'un çalışmalarının sonuçlarını belirleyen belgeler de son derece etkileyicidir. Bu  belgelerden biri, doğrudan mahkeme tutanaklarından geldiği için, özellikle önem  kazanmaktadır: Vervains Manastırı'nın eski tapu senetlerinde, bir zamanlar  mevcut olan su kaynaklarından bahsedilmekteydi. Ancak, bu kaynaklar artık  ortada yoktu. Bu konuyla ilgili olarak açılan bir davada mahkemece verilecek  olan karar da, bu kaynakların bulunabilip bulunamamasına bağlıydı. Yerel rahip  ve çiftçilerin kaynakları bulmak için yaptıkları çalışmalar başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, Bleton'a başvuruldu. Bleton'un işaret ettiği yerlerde  sondaj yapıldığında, Bleton'un tam isabet kaydetmiş olduğu anlaşıldı. Bleton'la  başlamak üzere, su bulmadaki başarıları %90'ln üzerinde olan seçkin bir üstad radyestezistler silsilesinin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu radyestezistlerin  çoğu, ayrıca, aynı başarı yüzdesi ile, su kaynağının derinliğini ve debisini  de saptayabiliyorlardı. Ancak, Bleton, bu konuda hiç de yeterli olmadığını  itiraf etmişti.

Ünlü Radyestezist J. Mullins ve  Çalışmaları

19.  yüzyılda, işte bu üstad radyestezistlerden biri de bu kez İngiltere'den  çıkmıştı. 1838 yılında, Chippenham kenti yakınındaki Coleme'de doğan John  Mullins, bir taş ustası olarak yetişmiş, radyestezi yeteneğini 21 yaşındayken  keşfetmiş ve 44 yaşına kadar da radyesteziyi hep ikinci planda tutmuştur.  Ancak, o yaştan başlayıp, 12 yıl sonraki ölümüne kadar, 5000'i aşkın başarılı su bulma ve kuyu açma operasyonunu gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalarını da,  özel olarak yayımladığı iki küçük 'kitapta toplamıştır. Kendisini  tanıyanların, son derece açık sözlü, dürüst ve yapmacıksız bir kişi olduğunu  söyledikleri Mullins, defalarca, jeologlar ile diğer uzmanların masraflı çabalarının hiç bir sonuç vermediği vakalarda başarı ya ulaşmıştı. Yorkshire,  Rauceby'daki arazisinde 105 m. derinliğinde bir kuyu açan ve su bulamayan  General Sir Mildmay Willson, ününü işittikten sonra, Mullins'i çağırtmıştı.  Mullins, General'e, aynı kuyuyu 300 m. derinliğine kadar açsa dahi su  bulamayacağını söylemiş, arkasından da, yakındaki daha başka noktaların açılmasını  salık vermişti; buralarda, yüzeyin hemen 3,5 m. altında su bulunacağını  belirtiyordu. Bu noktaların üçünü derhal deneyen General, hepsinden de başarılı  sonuç alınca, Mullins'ten diğer bir çok arazi sahibine de bahsetmişti. Generol Willson, «Şahsen, Mullins'in yanılmış olduğu tek bir vaka dahi hatırlamıyorum,» diyordu. Mullins, müşterilerine, su aramak için gidip de su  bulamadığı vakaların çok olduğunu, ancak, suyun mevcudiyeti hakkında olumlu bir  belirti bulduğu zamanlar da hiç yanılmamış olduğunu açıklardı. Müşterilerinden  biri, "Mullins bununla hiç övünmez, sadece nasıl olduğunu anlayamadığını  söylerdi,» demişti. Mullins,  hiç bir zaman, jeolojik katmanları gösteren haritalar gibi kendisine  enformasyon sağlayabilecek ayrıntılarla ilgilenmez, tamamiyle fındık ağacından yapılma radyestezi çubuğunun belirlediği kanıtlara dayanırdı. Tipik bir uygulama  sırasında, « ... geldiği noktaların üzerinde, çubuk, rahatlıkla gözlemlenebilecek  bir şekilde, hafifçe ve kendiliğinden eğilmişti. Bu nokta işaretlenmiş ve aramaya  devam edilmişti. İki ya da üç yerde daha, benzer belirtiler ortaya çıkmıştı.  Bir noktada, redyestezi etkisi öylesine belirgindi ki, çubuk, tam bir daire  çizerek döndü.. ve kırıldı. Bu hareket, gene kendiliğinden olmuştu. Şirket, belirtilen  yerlerden birinde kuyuyu açtı ve suyu bol olan bir kaynak elde etti» Mullins'in  en ünlü ve en iyi belgelenmiş olan radyestezi çalışması, Sir William Barrett  tarafından SPR adına tüm ayrıntılarıyla incelenmiş olan bir vakaydı. 1888  yılında, Waterford'daki (irlanda) bir şirket, mevcut olandan daha fazla suya ihtiyacı olduğ undan, aralarında G.H. Kinahan gibi ünlü bir jeoloğun da bulunduğu  uzmanlara başvurmuşlardı. Neticede, 1324 Sterlin masraf yapılarak, üç sondaj  kuyusu açılıp da hiç bir sonuç alınamayınca, Mullins çağırılmıştı. Mullins,  çalışmaya başladıktan bir kaç dakika sonra, bir noktayı işaret ederek, 25-30 m.  derinlikte saatte en azından 7000 litre su alınabilecek bir su hattı bulunduğunu bildirdi.Yapılan bir sondaj sonucunda, bunun, her zamanki gibi, doğru olduğu  anlaşılmıştı: Açılan ilk kuyadan, 24 m. derinlikte saatte 7500 litre su  çıkarıldı. Operasyon sonrasında Kinahan'ın verdiği raporda, Mullins'in  radyestezi yeteneği ve gücü övülüyordu, Kinahan, sözkonusu kuyunun, o sahada  jeolojik olarak bulunma ihtimali olan iki su hattından biri olduğu daha  sonradan keşfedilen bir su hattı üzerinde açılmış olduğunu kabul ediyor ve  şöyle diyordu: « arkadaşımız Mullins, her ikisin de sezgi ile buldu, ki bu, ya  suyun kokusunu alma yeteneğine sahip lmasından ötürüdür ya da suyun, sinir  sistemi uzerinde öyle bir tesiri vardır ki, bu tesirin etkisiyle, suyun yanına  yaklaştığı zaman, uzaklığını ve debisini söyleyebilmektedir ... Gerçek sonuçlar bakımından başarısızdım ve radyestezist benim gözümü açtı»

Radyestezi ile Tarihsel Olayların  İzlenmeleri

Radyestezi'nin,  ta 20. yüzyılın başlarına kadar hemen hemen sadece maden ve su arama amacıyla kullanılmış olmasına rağmen, yine de zaman zaman daha başka amaçlarlada uygulanmış  olduğunu görmekteyiz. Bu  değişik uygulama sahaları arasında, alşimik çalışmalara, define avcılığına ve  psişik dedektifliğe de rastlamaktayız. Alşimi  ile ilgili kitapların yazarlarının çoğu; sihirli asalar'ın yapımında  kullanılacak olan kadim alşimik formüller veriyorlar ve radyesteziden olumlu  olarak bahsediyorlardı. Ancak, bu konuda başarılı sonuçların alındığına ilişkin güvenilir hiç bir kayıt yoktur.17.yüzyılın  ünlü Londralı astroloğu William Lilly (1602- 1681), define avcılığında  radyestezinin kullanılmasını tavsiye ediyor ve radyestezinin,kendisinin  hazırladığı yıldız fallarından bile daha etkili olduğuna inanıyordu. Daha sonraları, Karayib Denizi'nde korsanlardan kalması muhtemel olan gömülü altınları aramaya çıkan define avcıları yanlarına radyestezistler de almışlardı. Radyestezinin,  maden ve su arama çalışmalarının dışına taşan ve majik amaçlardan ziyade pratik yararlar sağlayan daha geniş bir uygulama sahasına kavuşması, Bleton'dan yaklaşık bir yüzyıl önce Fransa'nın aynı bölgesinde yaşamış olan Jacques Aymar  sayesinde gerçekleşmiştir.1662 yılında Lyons yakınında doğan Aymar, daha  henüz delikanlılık çağındayken, çevresinde,' su bulma yeteneğiyle tanınmıştı.  Nitekim, adını radyestezi tarihine yazdıran asıl yeteneği de, bir yeraltı  kaynağını ararken ortaya çıkmıştı: Elindeki radyestezi çubuğu şiddetli bir  şekilde bükülünce, Aymar, durduğu yerde bir kuyu açılması için talimat  vermişti. Fakat, sondaj yapanlar, su yerine, bir cinayete kurban gitmiş olan  bir bayanın başına rastladılar. Daha sonra, Aymar'la birlikte, ölenin evine  gidilmiş ve kuşku altında bulunan herkes bir araya toplanmıştı. Aymar, radyestezi çubuğunu, sırayla bu kişilerin üzerlerine doğru tutmuş ve çubuk  sadece bir kişiye, bayanın kocasına karşı tepki göstermişti. Bunun üzerine oradan kaçan sanık, suçunu da böylece kabul etmiş oluyordu. Bu radyestezik  izleme olayından sonra, Aymar, giderek, suçluların ve katillerin tespiti  amacıyla sık sık aranan bir 'psişik dedektif' haline geldi. Aymar'ın  radyestezik izleme çalışmaları arasında en önemli ve ilginç olanı, 1692 yılında  Fransa'da olay yaratan ve kendisini de üne kavuşturan vakaydı. Bu vaka, resmi görevliler, doktorlar ve hakimler tarafından ayrı ayrı belgelendirilmiş olduğu  ve ayrıca, bir radyestezistin yakın zamanlarda olmuş olayları izleme  yeteneğinin kesin bir kanıtını gözler önüne serdiği için, radyestezi ile  ilgili olan hemen her kitapta geçer. Lyons'da bir şarap tüccarı ile hanımı  öldürülmüştü. İlk önce cinayet mahalline gelen Aymar, sanıldığı gibi iki değil,  ü ç katilin bulunduğunu açıklamıştı. Daha sonra,elinde radyestezi çubuğu ile  yaya olarak, katillerin kaçtığı yolu tespit etmeye başlayan Aymar, günlerce,  çubuğunun gösterdiği yönü izlemiş,katillerin Rhone nehrini geçtikleri yeri, konakladıkları hanları birer birer bulmuştu. En sonunda, radyestezi  çubuğu, Aymar'ı, 230 km. kadar ötedeki Beaucaire kasabasına, orada da kasabanın hapishanesine götü rmüştü. Çubuk, hapisanede, basit bir hırsızlık suçundan henüz  yeni tutuklanmış olan bir şahsa tepki gösterince, Aymar, katillerden birinin  o olduğunu belirtmişti. Aymar'la birlikte Beaucaire'e kadar gelen yetkililer,  söz konusu cinayetten hiç haberi olmadığını söyleyen bu tutukluyu, Aymar'ın  izlemiş olduğu yoldan Lyons'a geri götürerek, geçmiş olduğu yerleri teker teker  kendisine gösterince, tutuklu da her şeyin böylesine belirgin bir şekilde  açığa çıkması karşısında dayanamamış ve suçunu itiraf etmişti. Katil, daha sonra verdiği yazılı ifadede, Aymar'ın tespit etmiş olduğu her hususu doğrularmş ve iki kişi olan suç ortaklarının, Pireneler'i aşarak, İspanya'ya  kaçtıklarını anlatmıştı. Aymar, kaçan katilleri de izlemesine rağmen, artık çok  geç kalınmıştı. Aymar,  daha sonraları, Paris'te bazı salon gösterileri yapmış ve hatta, Conde Prensi  tarafından bir takım karmaşık deneylere de tabi tutulmuştu. Ancak, bu  deneylerde pek başarılı olamamıştı. . Aymar'ın,  radyestezik 'İzleme'nin yanı sıra, öncülüğünü yaptığı bir diğer sahanın da,  harita radyestezisi olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz. O tarihlerde, toprak sahiplerinin arasında sık sık sınır anlaşmazlıkları çıkıyordu. Aymar'ın görevi  de, kaydırılmış olan sınırların orijinal hattını bulmak oluyordu. Önemli olan  husus, Aymar'ın bu işi, arazi üzerinde gerçekleştirdiği gibi, sadece planlardan yararlanmak suretiyle de yaptığına dair kanıtların mevcut olmasıdır. Fakat,  Engizisyon, radyestezi çubuğunun sınır anlaşmazlıklarında kullanılmasını 1701  yılında yasaklayınca, Aymar'ın bu tür uygulamaları da son bulmuştu. Bu  gün, yaklaşık 300 yıl sonra, Aymar'ın bu başarılı radyestezi çalışmalarını  değerlendirdiğimizde, Aymar'ın, gerçekten de, radyestezinin ufkunu su ve maden  aramaya yönelik uygulama sahalarının ötesine doğru açan ilk büyük radyestezist  olduğunu görüyoruz.

Radyestezi Çalışmalarında Sarkaç  Kullanımı

Radyestezi'de  'sarkaç' kullanımının kökeni rahipler ve kahinlerin, kehanette bulunmak ve Ruhsal Varlıklar'la irtibat kurmak amacıyla sarkaç kullandıkları kadim çağlara  kadar dayanır. Eski Çin Sülaleleri'nden kalan belgelerde, iyi ve kötü  alemetleri  belirlemek  amacıyla, ipekten bir ipliğ e asılmış oları bir yüzüğün kullanılabileceğinden  bahsedilmektedir. Roma İmparatoru Valens, I.S. 370 yıllarında, sarkaç  kullanarak, halefinin adını belirlemeye çalışan bazı kimseleri ölümle  cezalandırmıştı.Sarkacın  radyestezik kullanımına ilişkin ilk kayıtlara, 18. yüzyılın sonlarında  Fransa'da kuyu sahalarının belirlenmesi sırasında sarkaç kullanıldığından  bahseden bazı belgelerde rastlamaktayız. Daha sonra,  19. yüzyılda, Spiritualist çevrelerde, orta çağın 'majik' uygulamalarından  kalan ve 'yüzük ve disk' adıyla bilinen bir 'Ruhsal Varlıklar'la irtibat  kurma' tekniğinin kullanıldığını görüyoruz. Bu teknik, ipekten bir ipliği n bir ucunda asılı duran bir altın ya da gümü ş yüzüğü, üzerinde 'evet' ve 'hayır' kelimeleri yazılı olan ve bir parşömene çizilmiş bulunan bir diskin  yukarısında tutmaktan ibaretti. 'Majisyen', önce, danışmak istediği Ruhsal  Varlığı, kendine özgü metodlarla çağırıyor ve sonra, ipliği başparmağı ile  işaret parmağı arasında tutarak, söz konusu Varlığa sorular yöneltiyordu:  Yüzüğün, disk üzerinde yaptığı dönüşler, Varlığın yanıtlarını belirtiyordu. 1850'lerin  Fransız Spiritualistleri, yüzüğün yerine basit bir sarkaç ya da çekül kullanmak ve bunu bir şarap bardağının üzerinde tutmak suretiyle bu tekniği basitleştirdiler. Çekülün, bardağın kenarında oluşturduğu darbeler, basit bir  şifreye göre yorumlanıyordu: Tek bir darbe, 'evet'; iki darbe ise, 'hayır'  anlamına geliyordu.

Fransız  Doğa Tarihi Müzesi'nin Müdürü olan M. Chevreul, basitleştirilmiş şekliyle bu  tekniği incelemeye koyuldu ve üzerinde bir dizi deney yürüttü. Chevreul'un bu deneyleri. bazı Fransız radyestezistlerin ilgisini çekmişti. Bu radyestezistlerin arasında yer alan bir kaç Katolik rahip,radyestezistlerin  geleneksel aleti olan çatallı dal yerine, 'daha hassas' olduğunu ileri  sürdükleri sarkacı kullanmaya başladılar. Gerçekten de,klasik radyestezi  çubuklarıyla yaptıkları deneylerde başarısız olan radyestezisi adayları, sarkaç  kullandıklarında sonuç alabiliyorlardı. Söz konusu  Fransız rahipler arasında en ünlüsü, Avrupa'nın en büyük radyestezistlerinden  bir diğeri olan Abbe Mermet'ti (1866-1937). Mermet'in,1890'larda başlayan ve  40 yılı aşkın bir süre boyunca devam eden çalışma yaşamı, radyestezinin muhtemel  uygulama sahalarına ilişkin geniş bir bilginin giderek ortaya çıktığı döneme  rastlamış ve hatta, bu yeni uygulama sahaları için, gerçekleştirdiği çalışmalarla bir ilham kaynağı oluşturmuştu. Abbe Mermet,  maden ve su damarları bulmasının yanısıra, Jacques Aymar'ın öncülüğünü yaptığı  'radyestezik izleme' sahasında uzmanlaşarak kayıp kişileri izlemiş, uzaktan  hastalık  teşhisi uygulamaları yapmıştır. Bu çalışmalar sırasında kullandığı 'sarkaçla  radyestezi' teknikleri, günümüzde aynı uygulama sahalarında sarkacın kullanılma şeklinin ilk örneklerini oluşturmuştur. .

Abbe  Mermet'in en ünlü 'radyestezik izleme' vakası, İsviçre'de kaybolan bir çocuğu  izlemesi ile ilgili olanıdır. Mermet'in sarkacı, 6 yaşındaki çocuğun bir kartal tarafından kaçırıldığını belirlediğinde, kendisine inanan olmamıştı. Sonunda,  kayıp çocuğun cesedini, bir dağın üzerindeki bir kartal yuvasında buldular,  çocuğun giysileri ile ayakkabılarında hiç bir hasara rastlanmadığından, oraya  kendisinin tırmanmış olması ihtimali de ortadan kalkıyordu.

Radyestezi  tarihinin 20. yüzyılın başlarına rastlayan bu döneminde, radyesteziye duyulan  ilginin de giderek arttığını görüyoruz. 1912 ve 1913 yıllarında. Fransız Henri Mager, radyestezi üzerine üç kalın kitap yayımladı. Mager, bu kitaplarıyla, radyestezide  sarkaç kullanımının yayılmasına büyük bir katkıda bulundu. 1920 yılında Alman  radyestezistleri, radyestezinin araştırılması amacıyla, "International  Verein der Wünschelrutenforscher" (Uluslararası radyestezi Çubuğu  Araştırıcıları Derneği'ni) kurdular.

Bu  yıllarda, dünyanın diğer bir köşesinde, bir radyesteziste, bir resmi görevli  olarak iş verildiğini görüyoruz. Hindistan'da yaşayan Binbaşı Charles Aubrye  Popson. Ekim 1925 tarihinde, Bombay Hükümeti'nin resmi Su Arayıcısı olarak  çalışmaya başlamış ve bir kaç yıl süreyle bu görevde kalmıştı. Bölgede kıtlık vardı ve çiftlikler ile köylerde de sürekli olarak kuraklıktan şikayet ediliyordu.  Hindistan'da yayımlanan İndian Journal of Engineering dergisi, Pogson'un başarılı  çalışmaları hakkında şunları yazmıştı: «Binbaşı  Pogson, görüldüğü kadarıyla , su bulmak amacıyla özel olarak yapılmış  makinelerin başarısız . olduğu zamanlar da su bulabilmektedir.Bu, ilginç bir durumdur. Binbaşı Poçson’un belirlediği noktalar üzerinde açılan 49 kuyunun,  sadece ikisinde su çıkmamıştır. Bu, üzerinde durulması gereken bir başarıdır»

Pogson,  resmi radyestezistlik görevi sırasında tam 465 yerde su bulmuştu; bunların  196'sı içme suyu olarak, 266'sı da sulama için kullanılan nitelikteydi. Başarı  oranı, % 97 olarak hesaplanmıştı. Bombay Hükümeti, 1925-1927 yılları arasında yayımladığı, "Bombay Hükümeti'nin Su Arayıcısı'nın Çalışmaları Hakkındaki Rapor" (Report on the Work of the Water Diviner to the Government of Bombay) başhklı bir dizi raporda,Pogson'un tüm faaliyetini  kayda geçirmişti. İngiltere'ye döndüğünde, kavuştuğu ün ve askeri kariyeri  sayesinde, radyestezi hakkındaki düşüncelerdeki olumsuz havayı hatırı sayılır  derecede değiştirmeyi başaran Pogson'a, sonunda, bir çok yerel devlet kurumunca  iş verilmişti. Aynı yıllarda, Avustralya Hükümeti de, kıtanın kurak  topraklarında çalışmak üzere, bir radyestezisti resmi görevli olarak işe  alıyordu. Birinci  Dünya Savaşı sırasında Gelibolu Yarımadası'na çıkarma yapmış olan İngiliz  Kuvvetleri için en mühim mevzu susuzluktu. Türkler çıkarma yapan kuvvetlerin  susuzluktan kırılacağını düşünüyorlardı. Nitekim, su ikmali, Malta'dan büyük  su gemileri ile yapılıyordu. Bu hem. çok zaman alan, külfetli bir işti, hem de  yetersizdi. Sıcak çok fazla idi ve su ikmali en mühim bir problem olarak ortaya  çıkmakta ve gün geçtikçe de kendisini daha şiddetli olarak hissettirmekte idi.  Mevcut çeşme ve pınarlar ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktı.  İhtiyaç  ve şartlar çok ciddi ve tehlikeli bir hal aldığı esnada generallere, Sapper  Kelly isminde bir su bulucunun mevcudiyetini haber verdiler.Sapper Kelly  Avustralya Hazır Kuvvetleri'ne mensuptu ve süvari tugayında idi. Hemen  çağırıldı ve eğer böyle bir kabiliyeti varsa, yer altındaki suların nerede olduğunu göstermesi istenildi. Kelly,  ertesi sabah tetkikatına başladı ve 30'dan fazla yeraltı suyunun bulunduğu  yeri işaret etti. Bütün bu yerlere sondajlar yapıldı ve her insana günde 4,5  litre düşmek üzere, tam 100.000 insana yetecek kadar su bulundu. Bu buluşun ne derece önemli olduğu, askerden başka binlerce katır ve atın bulunduğu düşünülürse, daha iyi anlaşılır. Çünkü bir katır, 20 insanın içtiği suyu içebilir. Sapper  Kelly'nin bu esnada kullandığı alet, küçük bir parça bakırdı. Kelly bunu elinde  tutuyor ve ona bakarak nerede suyun bulunduğunu ve ne kadar derinlikte olduğunu söyleyebiliyordu. Halbuki bu tecrübeden önce mühendisler su bulmak için bir çok araştırmalar  yapmışlar ve başarılı olamamışlardı.

1930  yılında Fransa'da, Katolik rahip Abbe Alexis Bouly, sarkacın radyestezideki  kullanımını tanımlamak amacıyla 'radiesthesie" kelimesini buldu  ve ilk radyestezi derneği olan "L'Association des Amis de  la Radiesthesie'yi kurdu. Bunu, 1933 yılında, ingiliz Radyestezistler Derneği  (British  Scciety of powsers). 1937'de Almanya, daha sonra da Belçika, İsviçre,  İtalya ve diğer bir çok ülkedeki radyestezi dernekleri izledi.  1931'de,  Kanada'daki ingiliz Columbia'sı Hükümeti, yüzyılımızın en ünlü  radyestezistlerinden biri olarak ün yapacak olan Bn. Evelyn Penrose'u, resmi  görevli olarak işe aldı. Bn. Penrose, Kanada'da çalıştığı yıllarda, sadece su  bulmakla kalmamış, çeşitli madenler ile petrol de bularak, % 90'i aşan bir  başarı oranına ulaşmıştı. Bn. Penrose, radyestezi çalışmalarını,  "Sınırsız Macera" (Adventure Unlimited, London, 1958) adlı kitabında  anlatmaktadır.

Pogson  ile Bn. Penrose'u, açtıkları yoldan, diğer bir çok radyestezist de izlemeye başlamıştı. Alman Hükümeti, aşırı derecede kurak bir sömürge olan Alman Güney-Batı Atrikası'na, su bulmada ve çiftlikler kurmada yardımcı olsun diye,  Von Uslar adında bir radyestezist gönderdi. Von Uslar, % 81 oranında başarılı  olmuştu. 2. Dünya  Savaşında ise, Alman Mareşali Rommel, Kuzey Afrika'da ve İtalyan Ordusu da Arnavutluk'ta radyestezistler kullanmışlardı. Daha  sonra, Kenneth Roberts'in radyestezist Henry Gross hakkında yazdığı kitabın yayımlanması ile, 1950'lerde, Amerika'da radyesteziye duyulan ilgide bir patlama  olmuştu. En sonunda, Amerika'da da 1961 yılında bir radyestezi derneği kuruldu. Daha  yakın zamanlarda ise, Vietnam'daki Amerikan Denizcileri'nin. Vietkong  tünellerinin, mayınlarının ve gömülü tüfeklerinin gizli yerlerini tespit etmek amacıyla radyesteziden yararlandıkları açıklanmıştır. Amerikan Radyestezistler  Derneği'nden Christopher Bird, 1973 yılında Praq'da (Çek Cumhuriyeti) toplanan  Birinci Uluslararası Parapsikoloji ve Psikotronik Kongresi'ne, Amerikan Basınıının  büyük bir ilgi gösterdiği bu uygulama hakkında ayrıntılı bir rapor sunmuştur.

Radyestezi Bilimsel Etüdleri

 Bilim Araştırma Grubu Bütün  maddeler bir ışın neşrederler ve beşeri beden, aynen bir telsizin alıcısı gibi  faaliyet göstererek, bu ışını zapteder. W.H.  Trinder Radyestezi'nin Tanımı ve Etimolojisi  'Radyestezi',  su ve maden gibi maddelerin ya da belirli hedeflerin neşrettikleri ışınımlar'ı ya da güç alanları'nı bir alet aracılığıyla ve bazen de aracısız olarak  zaptetmek suretiyle, bunların yerlerini, belirli durumlarını, çeşitli  özelliklerini tespit etme yeteneğidir. Radyestezi (Radiesthesie) kelimesi, ışınım anlamına gelen Grekçe 'radi' ile hassasiyet  anlamına gelen Latince 'esthesle' kelimelerinden meydana gelmiştir. Dolayısıyla,  'ışınım hassasiyeti' demektir. Bir Fransız rahibin bulduğu bu kelimenin  yanısıra, aynı fenomeni tanımlamak üzere ingilizler de 'dowsing' kelimesini  kullanırlar.

Radyestezi Medyomu ve Kullanılan  Aletler

Radyestezi'de, 'radyestezist' ya da 'radyestezi medyumu' dediğimiz, radyestezi uygulaması  yapan kişi ile hedef arasında, radyestezik tepki göstermek suretiyle bir  endikatör vazifesi gören radyestezik aletler çok çeşitlidir.Bunları, başlıca  iki sınıfa ayırabiliriz:

 1. Radyestezi çubukları (baguette,  dowsing rod).

 2. Sarkaçlar (pandule, pendelum).

Radyestezi  çubukları arasında en klasik olanı, çatallı dal'dır. Çatallı dallar,  tradisyonel olarak, fındık ağacından yapılır. Fındık ağacı,majik özellikleri  olduğuna inanılan ve tılsımlar, nazarlıklar yapmada kullanılan bir ağaç olmasından ötürü kullanılıyor olabilir. Ancak günümüzde,çatallı çubukların  daha başka malzemelerden de yapıldığını görüyoruz: Balina çubukları (balinanın  ağzındaki süzgeç çubuklarından elde edilir),plastik, tel (daha ziyade bakır)  ve metal çubuklar gibi. Çatallı  çubuk yerine, köşeli metal çubuklar (L-çubukları) ve düz, esnek bir çubuk da  kullanılabilir. Hatta, bunların en hassas olanının köşeli metal çubuklar olduğu söylenmektedir. Çatallı  çubuklar ve bunları tutma şekilleri çok çeşitlidir. Ancak, genellikle yapılan  uygulama şudur: Avuçlar yukarıya bakacak şekilde, çatallı dalın ya da çubuğun  her iki kanadı dışarıya doğru açılarak, çok sıkmadan tutulur. Çubuğu, yere  paralel ve ucu ileriye bakar bir şekilde tutabileceğimiz gibi, ucunu yukarıya yönelterek de tutabiliriz. Önemli olan, çubuğun ucunun yukarıya kalkarak ya da aşağıya eğilerek aranan hedefe ilişkin bir tepki göstermesidir. Radyestezistler, bu tepkiyi elde etmek için hareket halinde olurlar: Ya yürürler, ya dönerler ya da ritmik beden hareketleri yaparlar. Çatallı çubuğu  diğer radyestezik aletlerden ayıran bir özelliği de nötr durumuna kendiliğinden dönmemesidir; her radyestezik tepki ertesinde tekrar ayarlanması gerekir. Köşeli  metal çubukların kullanımı özellikle Amerika'da çok popülerleşmiştir. Çok basit  bir şekilde, tel askılardan da yapılabilen bu çubuklardan iki tanesi bir  arada. kullanılır. Dirsekler gövdeye yapıştırılır, kollar birbirine paralel olarak  ileriye bakar ve başparmaklar üstte kalacak şekilde çubukların kısa kenarları  elde tutulur; uzun kenarlar, böylece, yatay ve birbirine paralel bir şekilde  ileriye bakarlar. Radyestezist hareket halindeyken, çubuklardan üç değişik  şekide tepki gelebilir: Ya içeriye doğru dönerler ve birbirlerini keserler, ya  dışarıya doğru dönüp bir geniş açı oluştururlar ya da paralelliklerini  koruyarak, ikisi birden belirli bir yöne dönerler. Çubukların  en az kullanılan türü ise, düz, esnek çubuklardır. Bunlar da çatallı çubuklar  gibi çok çeşitli malzemelerden yapılabilir, bir bağ çubuğu ya da bir otomobil radyosunun anteni bu amaçla kullanılabilir. Radyestezistler çubukları ince  ucundan tutar ve bir aşağıya bir yukarıya doğru hafifçe salınım yaptırırlar.  Çubuk, radyestezik tepki gösterdiğinde, dönmeye başlar.

Çeşitli  radyestezi çubukları

Radyestezi  çubuklarının bazen çok şiddetli bir tepki gösterdikleri de olur. Tepkinin  şiddetinden çatallı dalın kabuğunun radyestezistin elinde soyulduğu, çubuğun  kırıldığı, radyestezistin el ve kollarının büküldüğü, hatta radyestezistin dengesini kaybettiği görülmüştür. Sarkaçlar  ise, prensip olarak, bir ipin ya da zincirin ucuna bağlanmış bir ağırlıktan  oluşur. Bu gün artık çatallı dalın yerini almış olan ve radyestezistlerin en  çok kullandıkları alet olan sarkacın bir çok çeşidi vardır. Ahşap, cam, metal  ve taş gibi çeşitli malzemelerden ve hatta cep saati, altın yüzük gibi uygun  objelerden de yapılabilir. Sarkaçların biçimi ve ağırlığı da gene radyestezistin  arzusuna göre değişir. Ancak, top gibi küresel olanların, diğerlerine nazaran  daha dengeli olmalarından ötürü, bir çok avantajları vardır: Örneğin, arazide  kullanıldıklarında, rüzgardan diğerleri kadar etkilenmezler. Radyestezist,  sarkacın ipini, belirli bir yerden, sağ elinin baş parmağı ile işaret parmağı  arasında tutar ve kolunu, yatay olarak serbest bırakır. İpin boyu çok önemli olduğundan, ipin geriye kalan kısmı, boyunun ayarlanabileceği basit bir mekanizmaya  (bu, ipin sarıldığı bir çubuk ya da bir makara olabilir) ya da serbest parmaklara  sarılabilir. Radyestezist sarkaca hafif bir salınım hareketi verir. Sarkacın  boyunun ayarlı olması halinde,salınım hareketi hedef üzerinde, örneğin,  dairevi harekete dönüşecek, sarkaç dönmeye başlayacaktır. Bu, sarkacın  gösterdiği radyestezik tepkidir. Tepkinin türü, sarkacın malzemesine, hedefe  ve radyesteziste göre değişir. Sarkacın  boyu denildiğinde, ağırlığın en alt noktasından iki parmağın tuttuğu uca  kadarkj uzunluk kastedilmektedir. Boyunun ayarlanması da,sarkacın, belirli  bir hedefe hangi boyda radyestezik tepki gösteriyorsa o boya getirilmesi  demektir. Bazı  durumlarda, örneğin harita radyestezisi'nde, sarkacı hedefin tam üzerinde  tutmamız mümkün olamayacağından, bir 'anten' kullanmak zorunda kalabiliriz.  Böylece, anten, bir endikatör olan sarkacın, hedefi noktalayıcı bir uzantısı şeklinde faaliyet gösterecektir. Serbest kalan sol el ya da gene sol ele alınan ucu sivri bir obje, örneğin; bir kurşun kalem, çorap şişi ya da şapka  iğnesi, anten işlevini görebilir. Sarkaç harekete geçiriIdikten sonra, anten,  dikey olarak tutulur ve taranacak objenin ya da haritanın üzerinde gezdirilir.  Sarkacın tepki gösterdiği anda antenin belirlenmiş olduğu yerler de böylece  noktalanmış olur.

Çeşitli  radyestezi sarkaçları

Radyestezik  çalışmalar sırasında, aranan maddenin bir örneği, o maddenin bulunmasına  yardımcı olsun diye kullanıldığı takdirde, bu örneğe  'tanık' denilir. Örneğin;  çatal çubuğu tutan ele ya da çubuğun üzerine bir kurşun parçası konulursa, çubuk sadece kurşun damarlarının üzerinde  tepki gösterecektir. Aynı şekilde,  sarkacı tuttuğumuz sağ elimize böyle bir örnek alırsak, ahut içi boş bir  sarkaç kullanıp, örneği bunun içine yerleştirirsek, sarkaç sadece bu örneğin  ait olduğu madde üzerinde belirli bir hareket yapacaktır. Tanıklar'ın  kullanımına, özellikle adyestezik  izleme uygulamalarında başvurulur. Tanıklar  gibi renklerin de sarkacı sadece belirli bir maddeye tepki gösterecek şekilde  ayarlayıcı etkileri vardır. Tanık kullanımında, bir maddenin  neşrettiği  ışınımlar kendi cinsinden bir parçanın ışınımları ile nasıl sempatize  oluyorsa, aynı şekilde, kendilerine özgü dalga uzunluklarına sahip  olan  renklerin de, ışınımlarında aynı dalga uzunlukları bulunan maddelerle sempatize olacağını düşünebiliriz. Ancak, renkli sarkaçlar kullanmak bir uzmanlık işidir. Radyestezik  çubuklar ile sarkaçların. çok çeşitli türden radyestezik tepkiler gösteren bir  çok varyasyonları da vardır. Bazı radyestezlstler ise, kendileri ne özgü aletler kullanırlar. Yorkshire'lı (Ingiltere) radyestezist Willie Donaldson,  avucuna bir madeni para koyar, bir yeraltı su mecrasının  üzerinden geçtiğinde  bu para kendiliğinden tersine döner. Ünlü Amerikalı radyestezist Verne  Cameron, 'aurametre', 'petrolometre' gibi bir çok değişik radyestezi aleti  geliştirmiştir. Ancak, bütün bu aletlerin çeşitliliği karşısında, radyestezik  hassasiyetin radyestezistin kendisinden geldiğini düşünerek, endikatör ne kadar basit olursa, o kadar iyidir diyebiliriz. ..  Bazı  radyestezistler, hiç bir alet kullanmazlar. Örneğin, 18. yüzyılın ünlü Fransız  radyestezisti Bleton, bir su mecrasının mevcudiyeti karşısında, herhangi bir  alet kullanmaksızın radyestezik tepki gösterirdi, ki bu tür radyestezistlere  'Hidroskop' da denilir.

Çek Bilim Adamları ve Radyestezi  Etüdleri

Çek  bilim adamları Zdenek Rejdak ile Karel Orbal, radyestezi konusuna değinerek  şöyle demektedirler: «Beşeri  varlıklar ve tüm canlılar, yakın zamana kadar Batı bilimi  tarafından bilinmeyen bir enerji türü ile dolup taşmaktadırlar. Bizim  psikotronik enerji adını verdiğimiz bu bioenerji, PK'yi oluşturuyor gibidir;  radyestezi'nin de esasını teşkil ediyor olabilir. Hatta, tüm psişik  fenomenlerle ilgili olduğu ortaya çıkabilir. »Biyo-kozmik Enerji kavramı yeni bir şey değildir. Çinliler'in 'Chi',  Hindular'ın 'Prana', Polinezyalılar'ın 'Mana', Kızılderililer'in 'ürenda'  adlarıyla andıkları Biyo-kozmik Enerji'yi, yakın zamanlarda Reichenbach 'Odik Güç', Dr. Reich da 'ürgone Enerjisi' adı altında incelemişlerdir. Günümüzde  ise, bu enerjiyi tanımlamak amacıyla, 'Biyoplazmik Enerji', 'Psikotronik  Enerji', 'Eloptip Enerji' ve 'N-ışınları' gibi  terimler kullanılmaktadır.

 Biyoplazmik  Enerji'nin, fizik bedenin ötesine ışınımlar yayan bir enerji alanı ya da  Biyoplazmik bir Beden oluşturduğu gerçeğinin, Sovyet ve Batılı bilim adamları  tarafından ortaya konulduğunu biliyoruz. Aynı bilim adamları, fizik ve Enerji Bedenleri arasında, atomik, moleküler ve plazmik seviyede olmak üzere, sıkı bir  ilişki bulunduğunu da belirtmişlerdir: «Bir canlının enerjisi, fiziki hücreler  ile daha hareketli olan biyoplazmasından oluşur.» Dr.  Georges Lakhovsky, "Yaşamın Sırrı" (The Secret of life) adlı  kitabında, fiziki hücrelerin enerjetik yapısından bahsederken şöyle  demektedir: «Tüm  canlılardaki hücre-organik ünitesi, çok yüksek bir frekanstaki ışınımları  neşredebilen ve soğurabilen bir elektro manyetik rezonatörden başka bir şey  değildir»

Çek  bilim adamları Zdenek Rejdak ile Karel Orbal, radyestezi konusuna değinerek  şöyle demektedirler:

«Beşeri  varlıklar ve tüm canlılar, yakın zamana kadar Batı bilimi  tarafından bilinmeyen bir enerji türü ile dolup taşmaktadırlar. Bizim  psikotronik enerji adını verdiğimiz bu bioenerji, PK'yi oluşturuyor gibidir;  radyestezi'nin de esasını teşkil ediyor olabilir. Hatta, tüm psişik  fenomenlerle ilgili olduğu ortaya çıkabilir. »Biyo-kozmik Enerji kavramı yeni bir şey değildir. Çinliler'in 'Chi',  Hindular'ın 'Prana', Polinezyalılar'ın 'Mana', Kızılderililer'in 'ürenda'  adlarıyla andıkları Biyo-kozmik Enerji'yi, yakın zamanlarda Reichenbach 'Odik Güç', Dr. Reich da 'ürgone Enerjisi' adı altında incelemişlerdir. Günümüzde  ise, bu enerjiyi tanımlamak amacıyla, 'Biyoplazmik Enerji', 'Psikotronik  Enerji', 'Eloptip Enerji' ve 'N-ışınları' gibi terimler kullanılmaktadır.  Biyoplazmik  Enerji'nin, fizik bedenin ötesine ışınımlar yayan bir enerji alanı ya da  Biyoplazmik bir Beden oluşturduğu gerçeğinin, Sovyet ve Batılı bilim adamları  tarafından ortaya konulduğunu biliyoruz. Aynı bilim adamları, fizik ve Enerji Bedenleri arasında, atomik, moleküler ve plazmik seviyede olmak üzere, sıkı bir  ilişki bulunduğunu da belirtmişlerdir: «Bir canlının enerjisi, fiziki hücreler  ile daha hareketli olan biyoplazmasından oluşur.»

Dr.  Georges Lakhovsky, "Yaşamın Sırrı" (The Secret of life) adlı  kitabında, fiziki hücrelerin enerjetik yapısından bahsederken şöyle  demektedir: «Tüm  canlılardaki hücre-organik ünitesi, çok yüksek bir frekanstaki ışınımları  neşredebilen ve soğurabilen bir elektro manyetik rezonatörden başka bir şey  değildir»

Amerikan Bilim Adamları ve Radyestezi  Etüdleri

Çek  mühendisleri gibi, bedenin çeşitli bölümlerini izole ederek bedendeki  radyestezik hassasiyet merkez ya da merkezlerini bulmaya çalışan bir diğer  araştırmacı da Amerika, Arkansas Universitesi'nden Fizik Profesörlüğü yapmış  olan Dr. Zaboj V. Harvalik'tir. Dr.  Harvalik, daha 1967 ve 1968 yıllarında, son derece etkili olan ve  "Co-Netic AA Perfection Annealed Sheet" adıyla bilinen bir manyetik  izolasyon malzemesi kullanarak, deneysel bir çalışma yapmıştı. Kendisi de iyi  bir radyestezist olan Dr.Harvalik, yaklaşık 30 cm. genişliğinde bir parça  almış ve bedeninin çevresine  iki kez sarmıştı.Gevşek bıraktığı şerit biçimindeki bu izolatörü, bedenin  üzerinde bir aşağı bir yukarı kaydırabiliyordu. Sonra, gözlerini bağlamış ve  şeritle başının ve gövdesinin çeşitli kısımlarını izole ederek, deneyler için  evinin bahçesinde oluşturduğu manyetik radyestezi bölgesi'ne girip çıkmaya  başlamıştı. Bir gözlemci, Dr. Harvalik'in kullandığı köşeli çubuklar radyestezik  tepki gösterdiklerinde not alıyordu.

Dr. Harvalik, bu deneyin sonunda, genel  mahiyetteki şu sonuca varmıştı: Yedinci ile onikinci kaburgalar arasındaki  alan (-yaklaşık olarak, göbek ile göğüs kemiği arasındaki bölge-) izole  edildiğinde, radyestezi yeteneği zayıflamakta ya da kaybolmaktadır. Bu sonuç,  'salar pleksus'un (güneş sinirağı'nın) insandaki radyestezik sezicilerden biri  olabileceğini belirten çeşitli yazılarta ve isviçre'de yapılan belirli bir  bilimsel araştırmayla aynı paralelde oluyordu. Bu, Manipura Şakrası'nın,  biyaplazmik beden'deki radyestezik hassasiyet merkezi ya da merkezlerinden  biri olması anlamına da geliyordu.

Dr.  Harvalik, daha sonra, Almanya'nın üstad radyestezisti Wilhelm de Boer ile  birlikte yürüttüğü çalışmalarda, deneysel metodlarını geliştirmişti.Bu kez Dr.  Harvalik gözlem yapıyor ve süje de Beor, dikkatlice yönlendirilmiş olan ve bir randomizer tarafından açılıp kapatılan, yüksek-frekanslı bir elektromanyetik  ışınım alanı içerisinde" çalışıyordu (ışın, çoğunlukla, 1 watt'lık bir  güçle, 58,55 megahertz üzerinden ışıyordu). Dr. Harvalik,önceki malzemenin  sağladığı ve çok geniş olan izolasyonun yerine, bu kez, sadece 5 cm.  genişliğinde olan alüminyum bir kuşakla ya da kenarı 5cm. olan kare metal parçalarıyla  bir izolasyon oluşturarak, manyetik ışınımların algılanmakta olduğu beden  alanını tam olarak tespit edebilmeyi umuyordu.

De  Boer'in ışını çeşitli açılardan katettiği bir çok deneyden sonra, Dr. Harvalik,  raporunda şu ilginç sonuçtan bahsediyordu: «Böbrek nahiyesinde,daha doğrusu  belki de her böbreğir, adrenal bezi nahiyesinde iki manyetik sezici mevcuttur. Bu bôlge, 'salar pleksus' u kapsamaz ama, oraya oldukça yakındır. «Bu  sonucu onaylıyan gibi görünen, en azından iki vaka biliyorum. Avustralya, Sydney'de  yaşayan ve iyi bir radyestezisi olan bir mühendisin, 18 yaşındayken sağ böbreği alınmış, ancak adrenal bezi'ne dokunulmamıştı. Sonuç olarak, redyestezi yeteneği  hiç etktilenmemişti. Fakat, isviçreli bir radyestezist, sağ böbreği ile adrenal  bezi birlikte alındıktan sonra, yeteneğin tümüyle kaybetmişti. Bazı radyestezistler de, böbrek rahatsızlığı geçirdikleri zamanlar radyestezik hassasiyetlerinde bir azalma olduğunda şikayet etmişlerdir. Ben, şahsen, söz konusu nehiyenin beşeri bedendeki başlıca hassasiyet bölgelerinden bir olduğundan artık eminim»İlginç  olan husus, Dr.Harvalik'in tespit ettiği bu nahiyenin, 'biyoplazmik beden'deki  'Svadhisthana Şakrası'na tekabül etmesidir. Bir  çok radyestezistin, radyestezik sinyalleri almada önemli olduğuna inandıkları  diğer bir alan da baş'ta yer almaktadır. Orneğ in; Ingiliz radyestezisti Robert Leftwich, bu savın geçerliliğini göstermek için şöyle bir uygulama yapmaktadır:  Bir yeraltı su mecrasının ya da su borusunun üzerindeyken, belirli bir açıyla  ileriye doğru eğilmekte ve alın nahiyesi hedefin tam merkez hattı üzerine  geldiğinde radyestezi çubuğu tepki göstermektedir. İsviçre'de yapılan bir  araştırmada ise, çelik miğferini giydiği zaman radyestezi yeteneğini kaybeden  bir asker-radyestezist'le ilgili bir vaka da yer almaktadır.  Dr.  Harvalik, böylece, aynı izolasyon metodlarından yararIanıp, 5 cm.lik kuşağın  yanı sıra, bir de 3,5 mm.lik bir alüminyum tel kullanarak, baş'taki hassasiyet  nahiyesini tam olarak tespit etmeye çalıştı. Deneyler sonucunda, söz konusu bölgenin, kulakların hemen üzerinden ve şakakların arkasından olmak üzere  başın içinden geçen bir çizginin üzerindeki bir yerde bulunduğu kanısına  varmıştı. Beynin bu kısmında 'hipofite rastlıyoruz ki, bu son derece önemli  bölge de biyoplazmik beden üzerindeki Ajna Şakrası'na, yani Üçüncü Göz'e  tekabül etmektedir.  Dr.  Harvalik'in bu araştırmalarının sonuçları henüz kesinlik kazanmış değildir. Dr. Harvalik'in bu radyestezik hassasiyet merkezlerini ne kadar sıhhatli bir şekilde teşhis ettiğini ya da daha başka merkezlerin mevcut olup olmadığını  bilmiyoruz. Kendisi de, ilginç ve aynı zamanda çelişkili olan bir deney  sonucuna dikkatimizi çekerek, bu konuda kesin bir karara varmadan önce  ihtiyatlı olmamız gerektiğini belirtmektedir: Her iki hassasiyet bölgesinin  birden izole edilmeleri halinde, bir ya da diğerinin izole edildiğinde alınan  sonucun tam aksine, radyestezi tepkisi tekrar ortaya çıkıyor, üstelik bu kez,  daha güçlü bir şeklide tezahür ediyordu!  Günümüzde,  Batı Dünyası'nın en ciddi ve faal radyestezi araştırmacısı olan Dr. Zaboj  Harvalik'in çalışmalarının en önemli  kısmını, radyestezistlerin, değişken hassasiyet dereceleri ile:

-  Frekans dizisi 1 c/sn ile 1.000.000 c/sn. arasında değişen ve yapay mahiyette  olan 'dalgalı manyetik alanlara;  

- 'DC manyetik alanlara';

- 'Polarlanmış elektromanyetik ışımaya' tepki gösterdiklerini ortaya koyan ayrıntılı deneyleri oluşturmaktadır.

Dr.  Harvalik, aradıkları hedef bir yeraltı su mecrası da olsa, yahut yeraltı su  boruları, tüneller, maden damarları ya da jeolojik anomaliler de olsa, radyestezistlerin "manyetik alan değişim ölçüleri"ni zapt  ettiklerinden emindir. Dr.  Zaboj Harvalik'in bir diğer ilginç çalışması da radyestezistlerin, belirli bir  mesafe öteden, bir başka şahsın haletinde, düşünce ve duygularında oluşan bir  değişikliğe tepki gösterip gösteremeyeceklerini tespit etmeye yönelikti. Sonuç olarak 19 erkek ve 9 bayandan oluşan 28 süjenin tümü de, zaman zaman 6 m.ye  ulaşan bir mesafe öteden, değişken güçte radyestezik tepkilere yol açmışlardı.  .. Amerika'da,  Utah Devlet Universitesi'nin Su Araştırma Laboratuvarı'nda görevli olan bilim adamları Duane Chadwick ve Larry Jensen, 1971 yılında, radyestezi ile su arama  imkanlarını kapsamlı bir şekilde araştırdılar. Bu araştırmalardan asıl maksat,  radyestezistlerin şans ihtimalinden belirgin bir şekilde farklı olan sonuçlar  elde edip edemeyeceklerini keşfetmekti. Araştırmacılar, az miktarda tecrübeli  radyestezist kullanmak yerine, çoğu Utah Devlet Üniversitesi'nin personeli ve öğrencileri arasından seçilen 150 acemi radyestezistin yeteneklerini ölçtüler.  L-biçimi çubuklar kullanan radyestezistler, şuuraltından radyestezik tepkilere  yol açabilecek işaretler sağlayacak türden görsel özellikleri ya da eğim değişimleri bulunmadığı için seçilmiş olan deney yolları üzerinden teker teker  geçirildiler. Her bir radyestezite 30 küçük ahşap küp verilmiş ve kendilerine,  bu küpleri, radyestezi tepkilerinin oluştuğu yerlere bırakmaları söylenmişti.  Her deneyden sonra küplerin yerleri tespit ediliyor ve tabi, bir sonraki radyestezist deney yolu boyunca yürümezden önce küpler oradan kaldırılıyordu.  Küplerin aynı noktalarda herhangi bir belirgin kümelenme oluşturup  oluşturmadıklarını görmek üzere, değişik güzergahlar boyunca yapılan dört  deneyin sonuçları üzerinde "chf-kare" testleri uygulandı.Başlangıçta  kuşkucu bir tavır takınan bilim adamları, hayretler içerisinde gördüler ki, dön  sonucun üç tanesi % 0.05'lik, dördüncüsü ise, % 6'lık bir ihtimal seviyesinde, oldukça anlamlıydı. Bu sonuçlar, radyestezik tepkilerin, deney yolları boyunca  sezyum buhar manyetometreleri ile ölçülmüş olan küçük manyetik alan  değişimleriyle ilgili olması ihtimalinin incelenmeye değer olduğunu ortaya  koyuyordu. İki olgunun arasında belirli bir bağlantı bulundu: Radyestezistler,  daha büyük manyetik alan grafik değişimlerinin meydana geldiği yol bölümleri  boyunca daha sık tepkiler elde ediyorlardı. Chadwick ve Jensen, yeraltı su  mecralarıyla ilgili olarak radyestezik tepkiler ile manyetik alan değişimleri  arasında mevcut olan muhtemel bağlantının, gelecekteki araştırmaların temelini teşkil edebileceği sonucuna vardılar.

Utah  Devlet Universitesi'nin araştırmacıları, bazı radyestezik tepkilerin,  çevredeki küçük değişikliklere doğrudan verilen fizyolojik yanıtlar  oldukları  hipotezi için iyi bir istatistiki destek sağlamalarının yanısıra, en önemlisi, üzerlerinde deney yürüttükleri kişilerin % 99'undan fazlasının  radyestezik  tepki elde edebildiklerini tespit etmişlerdir.

Deniz  yolu boyunca mesafe (metre)Noktalarla  belirlenen radyestezik tepkilerin, manyetik alan grafik değişimlerinin en  belirgin olduğu yol bölümlerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Radyestezi ve Beden Fizyolojisi  ilişkileri Radyestezi  ile ilgili bilimsel araştırmaların önemli bir bölümü de,  radyestezistlerde radyestezik faaliyet sırasında oluşan fizyolojik değişiklikleri tespit etmeye yönelik çalışmalar meydana getirmektedir. Alman  profesörü J. Walther, radyestezik bölgeler üzerinde radyestezistlerin  tansiyonları ile nabız atış hızlarını arttığını tespit etmiştir. Nitekim, geçen yüzyılın en önde gelen radyestezistlerinden biri olan William Lawrence,  radyestezik tepkinin kendisi üzerinde ne gibi bir etki oluşturduğunu soran  jeolog H.W. Whitaker'a, «sadece, kısa bir süre için, kalbinin çok şiddetli bir şeklide çarpmasına yol açtığı» nı söylemişti. Dr.  Harvalik de, radyestezistlerin parmaklarındaki kılcal damarlarda kan akımının çoğaldığını ve derideki nemin arttığını gözlemlemiştir. EEG (elektroensefalograf) ile yapılan çalışmalara gelince, bu sahada Amerikalı  bilim adamı Edward P. Jastram'ın gerçekleştirdiği bir deneyin önemli bir yeri  olduğunu görüyoruz. Edward Jastram, 1975 yılında düzenlenen, radyestezi ile  ilgili bir konferansta, radyestezist William Broadley ile yürüttüğü bu EEG  deneyinin sonucunu şöyle açıklamıştı: William  Broadley, parmaklarının ucunda tuttuğu ufak bir çatallı çubuk ile radyestezik  bir soru-cevap uygulaması yaparken (-sorunun sorulmasından 5 ya da 6 saniye  sonra, çubuğun aşağıya eğilmesi ile bir yanıt geli)tordu-), EEG kayıtları, net bir şekilde, sorunun sorulmasından yaklaşık 1 saniye sonra gayet belirgin bir  alfa dalgaları faaliyeti periyodunun oluştuğunu gösteriyordu.

Jastram,  American Dowser dergisinin Ağustos 1976 sayısında, bu çalışmasının yanısıra,  radyestezi yeteneği ile alfa ritimleri arasındaki bir diğer bağıntıdan da bahsetmektedir. Jastram'a göre; bir çocuğun büyüyüşü sırasında, beyin dalgaları düzeni şu şekilde gelişir: . Rahimdeki  fetus'tan 18 aylık bebeğe kadar, delta dalgaları hakimdir. Bir yaşlarında  görülmeye başlayan theta dalgaları ise, 18 aydan 3 ya da 4 yaşına kadar hakim olur. Bu yaştan buluğ çağına kadar da alfa dalgaları ön plana çıkar. Jastram,  «Böylece» diyor, «Çocuklar, 3 ile 12 yaşlan arasında daha ziyade theta ve alfa ritmindedirler. Bu da onların er yaratıcı ve en hassas oldukları ve öğrenme  hızlarının en yüksek seviyede olduğu bir dönemdir. Bu dönemde, hatırı sayılı  derecede psişik yetenek sahibidirler; özellikle de ebeveynlerinin  bu  yeteneklerini kabullenmeye ve bastırmamaya razı olmaları halinde, psişik melekeleri  daha da belirginleşir. «Amerikan  Radyestezistler Derneği, 5 ile 12 yaşları arasındaki çocuklardan oluşan bir  grubu deneye tabi tutmuş ve bu çocukların % 90'nın, çok az bir eğitim görerek, oldukça iyi birer radyestezist haline gelebildiklerini ortaya koymuştur ...William  Broadley'den alınan EEG kayıtları «Bizler,  yetişkin kişiler olarak, bu değişik şuur halleri'ne kasten girdiğimiz zaman, ki  bunu bazı belirli  zihni araştırmalar ve antremanlarla yapabiliyor ve  radyestezik faaliyet sırasında da gerçekleştiriyor gibiyiz, her türden [psişik] uyanıklığın ve irtibat kurma halinin kapılan da önümüzde açılmış olur ... »

Radyestezi'de, Beden Sağlığı Üzerine  Deneyler

'Odik  Güç' araştırmacısı Baran Karl von Reichenbach, radyestezi konusunu da  incelemiş ve akmakta olan suyun oluşturduğu sürtünmenin, 'pozitif Od'  yarattığını tespit etmişti. Birlikte çalıştığı hassas kişilerden bazılarını,  Odik hassasiyete dayanarak yeraltı su mecralarını ve maden damarlarını bulacak  şekilde yetiştirmişti. Bu hassas kişilerin, bir yeraltı su mecrasının ya da maden yatağının yerini tespit ettiklerinde, muzır ve nahoş hisler algıladıklarını belirtmeleri üzerine, Reichenbach, radyestezinin pozitif Od'la  ilgili olduğu sonucuna varmıştı.  Çağdaş  araştırmacıların, bazı radyestezi bölgelerinin bitkilerin, hayvanların ve  insanların üzerinde sağlığa zararlı etkileri olduğunu ortaya koyan raporları  da, Reichenbach'ın bu gözlemlerini destekler mahiyettedir. Belirli yeraltı su  mecralarını, bir kimsenin muntazaman ve uzun bir süre  boyunca bunların etkisine maruz kalması, örneğin, böyle bir su mecrasının üzerine rastlayan bir yerde  yatılması ya da oturulması halinde, mafsal iltihabı'na, kanser'e ve daha başka  zararlı sonuçlara yol açabilecekleri belirtilmektedir. Amerikalı  doktor Herbart Douglas, 2 yıllık bir süre boyunca muayene ettiği 55 matsal  iltihabı vakasının kayıtlarını tutmuş ve şu gözlemi yapmıştı: Bunların  her biri de, bedenin en çok ızdırap veren uzvunun tam altından geçen yeraltı  su damarlarının üzerinde uyuyordu. Bir zaman sonra, bu insanlardan 25'i,  yeteklerını bu yeraltı su mecralarından etkilenmeyen odalara aktarmayı kabul  etti ve hepsinde de, ya ağrılarda hatırı sayılır bir azalış oldu, ya da hastalık tamamiyle qeçti»

 Ünlü  radyestezist Bn. Evelyn Penrose, bazı yeraltı maden yataklarının yerlerini  tespit ettiğinde, muzır, sağlığını bozucu türden hisler algıladığını  açıklamıştı. Avrupa'da, özellikle Almanya'da, doktorlar, jeologlar ve  fizikçiler, bir süredir, sıhhate zararlı 'toprak radyasyonları' üzerinde  araştırmalar yürütmektedirier. İngiliz  radyestezisti ve parapsikoloji araştırmacısı Francis Hitching, bu fenomen ile  ilgili olarak şunları söylemektedir:«Alexander  Presman'In elektromanyetik radyasyon araştırmaları raporu bu konuya ışık  tutacak mahiyette olabilir. Eğer son derece düşük seviyedeki bazı tür radyasyonların, nispeten yüksek olanlara nazaran, beşeri beden üzerinde daha büyük  etkileri olduğu hususu gerçekten kanıtlanabilirse ve radyasyona fasılalı  dozlarda maruz kalmanın, sürekli maruz kalmaya nazaran, birikim yapıcı bir  tarzda daha etkili olduğu ortaya konulabilirse -ki, Presmen her iki hususun da  kanıtandığını ileri sürmektedir-, o zaman, nahoş etkiler oluşturan yeraltı su  mecraları üzerinde ciddi bir araştırmanın başlatılması ve bu fenomenle ilgili olabilecek radyasyon türünün keşfedilmesi için er, azından bir temel mevcut  demektir. Dr. Zaboj Harvalik, bunun, elektromanyetik spektrum'da yüksek bir  frekansa sahip olan, zararlı gamma ışımanın bir biçimi olabileceğini  düşünülmektedir. Bu ışınlardan, normal larak, iyonosfer vasıtasıyla tecrit  olmaktayız. Dr. Harvalik, Wilhelm de Boer ile birlikte yürüttüğü  deneylerin  birinde, beşeri bedenin son derece düşük radyasyon seviyelerini tespit  debildiğini kanıtlamaya çalışmıştır. Bu deneyde, saatte 3 miliröntgen oranında gamma ışınları neşreden ve radyasyonu, neredeyse, kozmik ışınların oluşturduğu  fon'un seviyesine düşüren 23 cm. kalınlığında bir kurşun levha ile tecrit  edilen bir Kobalt-60 şişesi kullerııtmıştır. Buna rağmen, Wil∙ helm de Boer,  150 cm.lik bir mesafeden, bu  radyasyonu teşhis edebiImiştir. Dolayısıyla, en  azından bazı radyestezi fenomenlerinin açıklanması amacıyla elektromanyetizm  üzerinde yapılan araştırmalar, umut verici ilerlemeler göstermektedir.»

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *